Bu alemde epey eskiyim biliyor musunuz? Bugün, ilk bloğum PozitifYaşa 10 yaşında. İlk yazımı 29 Mayıs 2006 yılında yayınlamışım. Dört yıldır da dokunmamışım. En son “Doğuma az kaldı. İlle de…” diye not almışım, o kadar. Devamı ne olacaktı hatırlamıyorum.
Hepsini okudum. Hayatımdan kesitler, unuttuğum hatıralar. Fotoğraflarıma baktım ne kadar gençmişim…
Paralel evrende ülkenin siyasi olayları. Siyasiler beni bunalttıkça yorum yazmışım, sonra kendimden sıkılıp “keşke ayşenin eteği, fatmanın ceketi, rujumun rengi falan yazsaydım. Daha renkli olurdum.” demişim. Selülitten kurtulma yolları, kalsiyumca zengin ne yemeli ipuçlarını vermeyi ihmal etmeden.
Sığacık’tan İstanbul’a taşınma faslındaki duygularım dökülmüş. Evliliğimizin 10.yılında “Bugün dalya dedik. Kimbilir ikinci dalyaya kalmaz yeniden Sığacık’a döneriz” diyerek bugünün şaşılmayacak bir gelecek olduğunu ortaya koymuşum. İnsan hedeflerine yürüyor çünkü.
Nietzsche’nin sözünü paylaşmışım: “Uçmayı seviyorsan düşmeyi de bileceksin. Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin.” Çok şükür hala aynı fikirdeyim.
Zeytin ağacına aşkımı anlatmışım. Şimdi, evlatlarımız oldu zeytinler… O zamanlarda da bloglar yasaklanmış, youtube kapanmış falan. Blog geri geldiğinde sevinmişim… Hakkım olan, lütuf verilmiş gibi.
Fotoğraf ve Gezi
İstanbul’a yerleşmişiz neredeyse 15 gün sonra Büyükada’ya bisiklet binmeye gitmişim. Sonra her gezdiğim yeri fotoğraflayıp, anlatmaya soyunmuşum. Beni fotoğrafçılık ve gezginliğe doğru götüren de bu olmalı.
Toplumsal sorunumuzun temelinde olduğunu düşündüğüm kullanılmışlık sendromunun yanıtını Giordano Bruno’da (1548-1600) bulmuşum: “Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır. Yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Allah’ı kullanırlar.” Peki niye arada sıkışıp kalıyoruz? Özgür irade nerede diye hala soruyorum.
İçsel gelişim sürecim ortaya serilmiş. Yaş dönemlerim, olgunluğa adım atışım, 40 yaşıma doğru yaşadıklarım, kendimi damıtıp, süzüp yeni bir Armağan ortaya çıkarmam hep bu bloğumun satırlarında saklı kalmış. Öylece durmuş. Fikirlerimi ne kadar serbest ifade etmişim.
Kadınlara karşı yapılan sözde pozitif ayrımcılığı eleştirmişim. Adını negative ayrımcılık koymuşum.
Benim için yazmak!
Yazmanın, sorumluluk verdiğini not düşmüşüm. Kendimi eğittiğim bir süreç olduğunu.
Demişim ki “Kimse üstüne alınmasın. Benim derdim kendimle. Sinirleniyorsam, kızıyorsam, sabırsızlanıyorsam hep kendime. Her gün kendimi biraz daha mı farkediyorum yoksa biraz daha mı unutuyorum bilmiyorum.”
01 Mart 2007 yılında yazdıklarımı hayranlıkla okudum ve gerçekleşmesini dileyerek:
“İçimde şöyle bir enerji var.
Tarif edeyim…
Sanki uçsuz bucaksız bir yerde olsam, kocaman bir kır ortasında mesela…
Yani doğayla başbaşa kalsam, gökyüzünün altında…
İçimden uzun bir şiir, büyük bir roman fışkıracak gibi…
Sanki ağzımı açsam kelimeler dökülecek gibi…
Çok enteresan gelebilir… Belki de inandırıcı gelmeyebilir…
Ama, öyle bir sessizlikte olsam, içim dengeye gelecek, baktı ki dışarda çıt yok… Hepsi dökülecek…
İşte böyle bir enerji hissediyorum…”
İlk bloğum 10 yaşında
Bu satırları yine Sığacık’ta yazıyorum. Belki doğayla dengeye gelme vaktim yakındır. Kimbilir!
Pozitifyasa.blogspot.com.tr okumak için tıklayın!
Sevgiyle kalın,
Armağan
Mayıs 2016
Pınar Bulut
Her satırı keyif dolu, her satırı düşündüren, sevdiren duygulandıran blog. Hayatımda bir çok şeye ilham olan sözlerin bundan böyle iki blogda da devam edecek. Tıpkı bir zeytin ağacı kadar verimli, bilge ve keyiflisin. Onun kadar uzun ve kadim bir ömrün olsun. Yürekten sevgilerimle…