TRABZON

576 1024 Armağan Portakal

Denizin üzerine alçaldık, daireler çizerek, coşkun ve gürültülü Karadeniz sahilindeki havalimanına indik. Trabzon için çıtayı epey yüksekte tutmuş olmalıyım, hayal kırıklığı hissettim. Boztepe’nin sırtları Toki’nin yüksek binalarıyla inşaat ormanına dönmüş. Şehir merkezindeki binalar üstünkörü yapılmış havasında. Gerçi Trabzon’da suç aramamak lazım. Bizim şehirlerimizin karakteristiği korunmuyor ki! Kimliğine uygun planlama yerine, müteahhitlerin keyfine göre binalar dikiliyor. Bütünlüğü ve en önemlisi ruhu olmayan beton yerleşimler ortaya çıkıyor.

Neyse, vardır bir sebebi diye düşünüyorum. Sohbet ettiğim insanlarda mala, mülke tamahları olmadığını hissettim. Varsa yoksa Trabzonspor ve milliyetçi duruşlarını sezdiğim şehrin sakinleri belki de bu yüzden fani binalara önem vermiyor.

Nedir bu milliyetçilik diyorum. “Türkiye’de pek çok il var ama bir Trabzonlu üzerine basa basa, göğsü kabararak söyler nereli olduğunu” diye yanıtlıyorlar. 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet’in fethettiği, Kanuni Sultan Süleyman’ın doğduğu ve Yavuz Sultan Selim’in şehzadelik yaptığı bir imparatorluk şehri. Doğal güzellikleri yanında spor kulübüyle övünen insanlar. Fetih tarihine denk gelmiş 61 plaka numarası. Ve bu rakama verdikleri önem…

Hamsi ayrı, balık ayrı!

Balık halinde öğrendiğime göre hamsi ayrı, balık ayrı. Neden diye soruyorum, yanıt karadeniz fıkrası gibi geliyor “Çünkü o, hamsi!”. Artık öğrendik, balık ayrı, hamsi ayrı, unutmayacağız tamam mı?

Zanaatkarlar

Halden çıkınca yukarı doğru yürüyorum. Camı olmayan bir dükkanda iki adamın süpürge yaptığını görünce bir süre izleyip, kolay gelsin diyerek giriyorum. Trakya bölgesinde yetişen, kesildği gibi öbek öbek gelen süpürge otu elde işlenerek bildiğimiz süpürge oluyor. Hep istediğim gibi zanaatkar ve emek fotoğrafı çekeceğim diye sevinirken, süpürgeci Salih usta 45 yıldır yaptığı meslekten artık yorulduğunu, bıktığını söylüyor. Bugünün kapitalist düzeninde elde üretim yaparak ayakta kalmanın zorluğuna hak verirken yağmurlu caddeye çıkıyorum.

Dövme seslerini duyunca bakırcılar çarşısına yaklaştığımı anlıyorum. Gaziantep’te bakırcılığın hasını görmüşüm diye hevessiz ilerlerken, kaldırımda cezve döven Coşkun ustayla tanışıyorum. 1973 yılından beri mesleğin içinde. Şimdilerde haftasonları hobi olarak yapıyor. Günde üç tane cezve üretiyor çünkü her birini yedi kere döverek hazırlıyor. Döverek diye anlatıyorum ama kendisi “toplamak” diyor. Her vuruşta öyle yüksek bir ses çıkıyor ki, buna nasıl dayandığını sorunca “Bakırcılar bu sesi duymazsa uyuyamaz. Hem sağır, hem kör, hem dilsiz olarak yapacaksın bu mesleği. Konsantre olacaksın. Beyin hükmedecek, el becerisini gösterecek.” diye yanıtlıyor. Yanında yetiştiği ustaları Selim Karayavuzoğlu, Faik Karayavuzoğlu, Aslan Özçilingir, İsmail Bozali ve Emin Özkara’yı minnetle anıyor ben de yazımda paylaşacağıma dair söz veriyorum. İstanbul’da kapalıçarşıya geldiği dönemde ustası olan Hamparsun Müjdeciyan’dan ayrı bir yetenek, farklı bir sanat anlayışı öğrendiğini özellikle vurgulayarak yad ediyor. ‘Ben oldum’ demeden, yerini bilen bir zanaatkarın ustalarına hürmetine saygıyla ayrılıyorum yanından.

ALACAHAN – KİGEM

Bakırla yazılmış Alaca Han üzerinde kırmızı beyaz balonlarla tak yapılmış büyük kapıya yöneliyorum. Restore edilmiş tarihi bir han. Eskiden atların bağlandığı avlusundan merdivenle yukarı çıkıyorum. Bir zamanlar konaklama yapılan odaların ayrı isimleri var. Kazaziye, telkari, tel kırma gibi el sanatları sınıfı bunlar. Valilik tarafından Kadın İstihdamını Geliştirme Merkezi (Kigem) olarak kurulmuş. Resmi açılışı 29 Ekim 2014 Cumhuriyet Bayramı’nda yapılan merkezde halk eğitim ve olgunlaşma için sınıflar oluşturulmuş. Tel kırma sınıfındaki samimi hanımlarla sohbet ettikten sonra zemin kattaki satış ofisine uğruyorum, sorumlusu aynı zamanda kazaz eğitmeni Emine Usta üretilen eserlerin öğrenci ismi yazılı etiketlerle satıldığını söylüyor. Aldığınız her ürünün ücreti, etikette yazılı isme gidiyor. Böylece sosyal bir destek vermiş, kadın emeğini yüceltmiş oluyorsunuz. Ben üreten her insan güçlüdür diye düşünürüm özellikle kadınların üretmesini çok önemserim. Kazaziye, Trabzon hasırı bileklikler, deri bozuk para cüzdanları aldım. Sosyal medyada da paylaşarak ben gördüm başkaları da görsün, ilham versin istedim.

*** *** ***

Hesapladım, Trabzon’da hepi topu yirmi bir saat otuz dakika kalmışız. Fatih’in, KTÜ – Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde pırıl pırıl öğrencilere semineri vardı, bunu fırsat bilerek şehri dolaştım. Zaman az olmasına rağmen karşıma güzel hikayeler çıktı. Hamsiyi adıyla isteyen, memleket aşığı Trabzon’lulara, bu kendine özgü kente selam olsun…

Armağan Portakal

11.2014

Leave a Reply

Your email address will not be published.