Eylül 2011
İstanbul’da hava yağışlı olunca şehirde yapmamız gerekenleri düşünerek, hafta sonu çıkmayalım, işleri bitirelim dedik. Yani market alışverişi, berber, her ne kadar mutfaktan keyif almasam da yapılması gereken yemekler falan bu hafta açıkçası bir yere gidemedik. Böylece, 4-5 hafta önce ziyaret ettiğimiz Tavşancıl ve Hereke’yi paylaşma imkanım doğdu. Nasıl olsa bizim zamanla işimiz yok değil mi? Tavşancıl ve Hereke ile ilgili notlarımı ve resimlerimi paylaşamadım diye üzülüyordum, kısmet bugüneymiş. İşte başlıyorum.
Plan şöyle gelişti: Trene binelim dedik ama nereye gidelim? İnternetten Haydarpaşa’dan kalkan trenlerin duraklarını inceledim. İsmen hoşuma gidenleri sırayla webden araştırdım. Cazibesi yüksek ilk durak Tavşancıl olarak karar verdik. Bindik gittik.
İstanbul içinde tren yolunun etrafı tam bir çirkinlik abidesi. Sanki şehrin bütün çirkinliğini halı altına süpürür gibi trenyolu kenarına yığmışlar. Tren istasyonları bile çirkin. Estetik, şirinlik hayaliyle binmiştim lakin büyük bir hayal kırıklığı. Neyse, Gabze’de hat değiştirdik. Şehir dışı manzara daha iyi. Bizim değil, bizim elimizden kurtulan Tabiat Ana’nın güzelliği sadece.
Tavşancıl, minicik bir yer. Sanırım 2 tane kahvesi var. Bir tane de restaurant varmış ama içki yokmuş. Denize sıfır balık yiyeceksin ama neyse, anladınız siz onu!!! Tavşancıl’a dair söyleyeceklerim şunlar: yalnızlık-unutulmuşluk-terkedilmişlik-sanayi-gemiler-hurdalar-otoban-tır-kamyon-balıkçı kayıkları tek tük… Kayık kiraladık, Hamdi abi oranın yerlisi köklüsü. 15 yıl öncesinin Tavşancıl’ını bir anlattı ki, ah be diyor insan… Biz ne menem bir canlıyız, gittiğimiz yeri tüketiyoruz. Ayrıca, diğer temel sorun da şu, denizden anlamayan, denize dost olmayan adamların deniz kentlerini yönetmeye kalkması… Denizden anlamazsan denizin nimetinden de anlamazsın, dönersin sırtını işte. Boş boş övünelim 3 tarafımız denizlerle kaplı diye.
Neyse kayıkla tura çıktık. Biraz kürek çektim. Yolda yunus balıklarıyla oynaştık, Yanımızdan, altımızdan hızla geçtiler, dönüdler, oynadılar, sonra uzaklaştırlar. Hamdi Abinin dediğine göre aslında yunusları sinirlendirdik. Çünkü, bir av sürüsünü sıkıştırmaya çalışırken, biz ortaya çıkınca tüm planları boşulmuş oldu.
Hereke göründü. Minik ve daha şirin bir yer. Önce çay bahçesine oturduk. Baktım WC var. Oysa Tavşancıl’da WC ne gezer. Kayık’la Hereke’ye yanaşırken balık restorantlarından biri gözüme ilişiverdi, çiçekleri ve sıcaklığıyla çekti beni. Fatih de beğendi. Kafamıza koyduk Halit Restaurant’ta yiyeceğiz. Önce foto çektim tabi. Fatih parkta oturdu. Uğur Mumcu parkı vardı, içinde bir sürü heykel. Sanata olan aşkımızı heykellerin üzerine yazı olarak nakşetmişiz, artık elimize geçen her renk boya ile… Hereke’deki tek Hereke halıcısı Han Halı’ya gittik gezdik. 1 cm2’de 1650 tane düğüm olan ince bir kumaş gibi ipek halılara bayıldık. Sonra restauranta geldik oturduk. Aile işletmesi. Sıcaklık ve samimiyet sanırım oradan yansıyor. Sempati ötesinde samimi ve çok esprili, nüktedan insanlar. Yemekler pür lezzet.
Bizden tavsiye, Hereke’ye trenle gidin. Haydarpaşa’dan 1 saat falan. Arabayla gitme zahmetine değmez. Biz spontane, güzel bir gün geçirdik. Keyifli anılar derledik…
Armağan Portakal
10.09.2011
Leave a Reply