İki haftadır fotoğraf çekmiyorum. İş, güç, seyahat derken olmadı. Makinemi elime aldığımda heyecanlıydım tıpkı birbirine kavuşan iki sevgili gibi.
Başka planımız vardı ama Taraklı aklımızı çeldi. TEM’den yola koyulduk. Yol üstünde Berceste’nin ultra zengin açık büfesine uğradık. Kahvaltıda yok yok, siz de yolunuz düşerse uğrayın mutlaka.
Taraklı uzak değil, yaklaşık 1.5-2 saatimizi aldı. Yollar asfalt, çift şerit falan, sorunsuz tepeye tırmanıyorsunuz. Eskiden tarak yapılırmış, şimşir ve daha birkaç çeşit ağaçtan. Kentin içinde ustası kalmamış diyorlar, civar köylerde varmış birkaç kişi.
İstanbul’dan hava kısmen parlak iken ayrıldık, biraz da bu cesaret vermişti bize ama Taraklı bulutlu hatta yağışlıydı. Hava o kadar kapalıydı ki renkler kaybolmuştu.
Şehre girdik bir tur attıktan sonra merkezde yol kenarına park ettik. Fotoğrafçı fotoğrafçıyı çeker misali, tarihi bir evin kapısında boyunlarında makineler kalabalık genç grubu gördük. Biz de gittik. Girişinde “Mümkünlü İş Hanı” yazan şehrin Kültür Evi. İki katlı, çok güzel bir bina. Çift taraflı merdivenle cümle kapısına çıkılıyor. Eylül 2001 tarihinde restore edilmiş. Geçmişte okul olmuş, hükümet binası olmuş, şimdi de turistlerin ziyaret odağı. Geleneksel Taraklı Evi olarak odalarını dolaşabiliyorsunuz, ben de sizin için dolaştım.
Öğrenciler Kadir Has Üniversitesi’nden gelen bir proje grubu. Anladığım kadarıyla Taraklı için projeler geliştirecekler. Çok misafirperver bir gruptu bizi samimiyetle aralarına aldılar, azıcık dinledik ama vaktimiz sınırlıydı ayrıldık. Gruba rehberlik eden İlçe Milli Eğitim Müdür Vekili aslında İzmir’liymiş Taraklı’ya yerleşmiş. “Sokak kapımı bile kilitlemiyorum, çocuğumun burada büyümesini istiyorum” diye sahiplenerek anlatıyor.
Kırk yıl düşünsem Rahmetli Erbakan’ın helvasını yiyeceğim aklıma gelmezdi. Taraklı halkı, ölüm yıldönümü nedeniyle helva yaparak, cami avlusunda dağıtıyorlardı. Ruhuna gitsin, helvası da çok lezzetliydi.
Burası da bol yokuşlu bir kent. İnişler çıkışlar, zaten yüksekte yer alıyor. Aslında bahar aylarında gelmek, yeşilin coştuğunu, çağladığını görmek lazım. Ama ben bir gittiğim yere bir daha gitmeyi sevmiyorum. O yüzden kısmet bol bulutlu bir gündeymiş.
Reklam filmleri çok çekildiği için kameralara alıştıklarını düşünüyorum. Hatta Seyhan Hanım Teyze, bu reklamlarda oynadıklarını bile söyledi. Öyle tatlı bir kadın ki sokağın başından “Hoş geldin kızım” diye selamladı. Pembe pembe elma yanaklarını çekmeden bırakmadım.
Yağmur çok artınca Fatih’in yanına dönmeye karar verdim. Sokak arasında ismi bile olmayan, ufacık bir kahvede oturmuş beni bekliyordu. Soba nar gibi, içerisi rehavete sürükleyecek kadar sıcak, kahveler elbette çok lezzetliydi.
Kahvede oturan Ekrem Amca, bu reklamların çok işe yaradığını, son zamanlarda Taraklı’ya ilginin arttığını söyledi. Önceden bırakın başkasını, Adapazarı’nda yaşayanların bile bilmediğini söyledi. Kahvede sohbet ilerleyince Fatih’e dönüp “Siz de oyuncu musunuz? Dizilerden mi tanıyoruz sizi? Hiç yabancı gelmiyorsunuz.” diye sordular. Fatih “haberlerden olabilir mi?” deyince kahvedeki herkes aynı anda “tabi ya!” diyerek Fatih’in seceresini çıkarıverdiler. Etrafını sarıp, keyifli sohbete başladılar. Tam bir anıt olan 90 yaşının üzerindeki Sadettin Bey Amca, gözlüksüz olarak satır kaçırmadan okuduğu gazeteden başını kaldırıp, bugünlerin bolluğuna dikkat çekerek “Biz 250 gr şeker için kuyruklara girer, ne mücadeleler verirdik. 250 gr şekerimiz olunca ne kadar mutlu olurduk.” diye anlattı. Sadettin Bey Amca, sandığınızın aksine okurken gözlüklerini çıkarıp, konuşurken takıyor. Sözü bitince kibarca gülümseyip, gözlüklerini çıkararak, gazetesini okumaya döndü.
Fotoğraflarımı Tv yani enstantane öncelikli çektim. Kulağımda hep derslerden notlar vardı. Tv önceliğe al, diyafram kontrol et. Yetmiyorsa, ISO’dan kredi al. Ben de aynen bu yolu izledim. Özellikle iç mekanlarda ISO 3200 bazen 6400 yapmam gerekti. Fakat, renkleri daha yoğun yapmanın çaresini bulmalıydım halbuki makinemde keskin renk ayarları için hafızaya aldığım çekim şekli vardı, unuttum. E bu da bana ders olsun. Zaten benim bu dersler hiç bitmeyecek.
Yeni yollara, yeni derslere diyelim.
Sevgiyle,
Armağan Portakal
Şubat 2012
Leave a Reply