Üç gecelik bir gezi planladık teyze-yeğen. Elbette biletleri aylar önce ve kampanyalı aldık. Bu indirimler olmasa tek sefer bütçesiyle, iki bilemedin üç seyahat yapmak mümkün olmazdı. Yaşasın havayolu rekabeti! Yerel dokusunu korumuş yerleri özellikle tercih ettik ve Nursel (www.instagram.com/psikolognurselakhan/) dolu dolu bir plan hazırladı. Defelarca gittiği ve hayran olduğu bu kenti adım adım dolaşması bizden, satır satır okuması sizden… Buyrun Paris’te 3 gün!
Rue Mouffetard Bölgesi
Otele eşyaları bıraktıktan sonra ilk durağımız oldu. 7 numaralı metrodan Place Monge’de inin. Caddede merdivenleri göreceksiniz, çift kanat. Çıkın ve uzun ince yolu geçin… Vardığınız yer, akşam ışıkları ve noelden kalma süsleriyle adeta masalsı. Ufak dükkanlar, sokaklar, şirin cafeler, minik meydanlar, zarif satıcılar… Zeytinden mamül pek çok ürün satılan Olivier firması, manav tezgahı gibi kasalarda satılan şarap dükkanı, enfes çikolatalar… Cafe Aston o ufak meydana bakan şirin bir yerdi. Akşam yemeğimizi orada yedik.
Le Marais Bölgesi
Hotel De Ville durağından Bastille’ye doğru caddenin sağlı sollu sokaklarına girerek semti hissetmeğe çalıştık. Sabah erkendi ve La Petite Place mekan olarak hoşumuza gitti. Kahvaltımızı ettik. Minimal bir görüntü, maksimum lezzet. Fransa’nın meşhur ekmeklerinden, sıcak, çıtır ve yoğun. İki çeşit reçel, taze meyve suyu ve kahve…
Mekandan dışarı çıkıp, sağa dönünce Picasso müzesi vardı. Giriş ücretli, internetten de alınabiliyor. Kuyruk ihtimalini düşünürseniz, gitmeden alın derim. Avlulu büyük taş binada, her katta eserleri var. Çizimlerinden, resimlerine, heykel çalışmalarına kadar dönem dönem zamanda ilerlemeyi, gelişmeyi gösteren bir sergi.
Müzeden çıkınca, kahvaltı ettiğimiz sokağın karşına denk gelen harika bir yer var. Royal Bar Cafe The. Ben diyeyim Salvador Dali, siz deyin Picasso orijinal eserleri bu ufak ve güzel cafenin duvarlarında asılı. 1860’dan beri hizmet veriyor. Pek çok şey korunmuş, ne güzel. Oturduğunuz mekanın bir hikayesi var, hissediyorsunuz. Yaşlı bir adam tek başına hizmet veriyor, verebiliyor. Masalarda canlı güller, kahve sunumu nefes kesiyor. Ev yapımı kekler…
Royal Bar’dan çıkıp sola dönün ve ilerleyin. Yolunuza ücretsiz bir müze çıkacak. Fransız yaşamını anlatan, büyük bir ev. Cognacq Jay Müzesi (museecognacqjay.paris.fr/fr/le-musee-cognacq-jay) Geniş sokak kapısından avluya giriyorsunuz, sonra binaya. Bir kaç katlı. Mobilyalar, büstler, tablolar, objeler sergileniyor. Meraklı iseniz, bu ufak ve butik müze ilginizi çekecektir.
Le Marais sokakları yerel dokuya sahip. Aynı zamanda ünlü mağazalar da var. Mesela Chanel, bir kaç yerde karşımıza çıkıyor. Ufak mekanlar olduğu için konsept store gibi olmuşlar. Kitapçı Les Mots a la Bouche (motsbouche.com), sokakta masmavi rengiyle dikkati çekiyor. Giriş katında daha çok cinsiyet ve ilişki temalı kitapları, LGBT literatürü, alt katta sanata dair yayınlarıyla epey büyük bir kitapçı. Dünya klasikleri, araştırma yazıları, ünlü yazarların romanları, müzik arşivi…
Marais sokaklarında yürümek keyifli. Tarz dükkanlar daha doğrusu karaterini korumuş mekanlar çok hoşuma gidiyor. Ve etrafınız böyle yerlerle dolu. Mesela öyle bir vitrin görürsünüz ki canınız bir anda çay çekebilir. Biz de öyle hissettiğimiz için, önünden geçtiğimiz halde geri dönüp Mariage Freres‘den (mariagefreres.com/FR/accueil.html) içeri girdik. 1854’te kurulmuş. Üst katında mini bir müzesi var. İlk aletler, ilk çay kutuları, seyyar araba gibi hatıralar sergileniyor. 650 çeşit çay arasından onlarca karma yapmışlar. Kafanız karışabiliyor. Çay tanıtım kitabıyla birlikte menüyü uzatıyor, takım elbiseli ve kravatlı garsonlar. Çok kibarlar. Böyle olması normal, çay biraz pahalı. Biz Happy Quenn isimli yeşil çay ve egzotik çiçekli bir karışım istedik. Pot ile gelen çay iki kişi için bile fazlaydı.
Le Marais bölgesinden uzaklaşmaya başladığınızda, Place des Vosges’e yaklaşacaksınız. Ortasında kocaman park olan dört tarafı binayla çevrili, bir nevi site göreceksiniz. Kemerli geçişten parka doğru girdiğinizde bir köşedeki kalabalık dikkatinizi çekecek. Orası Victor Hugo‘nun evi. (maisonsvictorhugo.paris.fr/en) Müze yapılmış, ücretsiz dolaşabilirsiniz. Eserleri arasında dünya klasikleri “Sefiller” ve söz konusu kiliseyi yıkılmaktan kurtaran “Notre Dame’ın Kamburu” var. Odalarda duvar kaplamaları ile perdeler aynı kumaştan, özenli. Ahşap oymacılık ve el işçiliği ürünlerle kaplı olan odayı Hugo bizzat kendisi yapmış. O odadaki porselen tabaklara bayıldım.
Marais ve Seine nehri arasında Village St. Paul (levillagesaintpaul.com/) bölgesi var. Büyük bir ada bina düşünün. İçi pasaj dolu. Pasajlar avlulara açılıyor. Her birinin konsepti ayrı olsa da genel olarak antikacılar, sanat galerileri, cafeler var. Baharda daha güzel olacağını tahmin ederim.
Akşama kadar yürüyüp dolaştık, haliyle yorulduk ama Republique’i Bastille’ye bağlayan Beaumarchais üzerinde 111 numaralı yere ulaştık. Burası Merci Cafe (merci-merci.com/en/). Kitap kokusunun kahve kokusuna karıştığı efsane yer. Hem giyim satan bir butik, hem ev tekstili satan tarz bir mekan. Cafesi iki bölüm. Duvarı boydan boya kitaplık olanı seçin mutlaka. O haz başka. Sipariş vermeden içinde taze nane olan bir sürahi su veriyorlar. Bitsin hemen dolduruyorlar. Karşılamayı yapan beyaz saçlı hanım müthiş çalışkan ve güleryüzlü. Ev yapımı çikolatalı keki çok güzel aklınızda olsun. Çoğunluğu fransızca olan kitaplar satılık. Üzerlerinde yuvarlak renkli etiketlere göre sarı 2, yeşil 5, kırmızı 10 euroya satın alabilirsiniz.
St. Michel / St. Germain Bölgesi
Kitapla devam edecek olursak, Paris’te bir klasik olan Shakespeare & Company (shakespeareandcompany.com/) kitapçısına uğramak şart. St. Michel bulvarı üzerinde Notre Dame kilisesi karşısına denk geliyor. Her bir ufak köşeye tahta çakarak raf yaptıkları, duvarları boydan boya hatta merdivenleri, pencere kenarları kitap dolu bir yer burası. İngilizce eserler. İlki 1919 yılında Rue Dupytren’de Sylvia Beach tarafından kurulmuş. Hem kitap kiralama hem satış yapılan, en önemlisi Ernest Hemingway, F.Scott Fitzgerald gibi yazarların buluşma yeriymiş. O mekan ikinci dünya savaşında kapanmış bir daha açılmamış. İçerde mağrur bir kedi dolaşıyor. Üst kattaki piyanoyu müşteriler dönüşümlü olarak çalabiliyorlar.
Şimdi çok turistik, çok kalabalık bir mekana gidelim. Café de Flore (cafedeflore.fr/?lang=en) popüler bir yer. St. Germain Des Pres üzerinde, köşede. Kalabalık ama servisi bozmamış. Nezaket eksilmemiş. Sütlü kahve ve kruvasan yedik. Ben doymadım onu söyleyeyim. Tereyağlı boğaça ya da ekmek gibi bir şey daha yedim.
Da Vinci’nin Şifresi (Dan Brown) kitabını okuyanlar “Gül Çizgisi” ni bilir: Rose Line. Dünyada kabul edilen ilk meridyen, pirinç bir hatla Paris’ten geçiyor. St. Sulpice kilisesinden başladığı varsayılıyormuş. (Başlangıç meridyeni bugün Londra’nın Greenwich kasabasından geçtiği varsayılıyor.)
Merak ettiğim için kapalı pazarlarına doğru yürüdük. Le Marché St. Germain (marchesaintgermain.com/) Tarihi büyük bir yapı, kare planlı. Alışveriş merkezi gibi düşünebilirsiniz. Çeşitli mağazalar var. Bir köşesinde kapalı pazarı bulduk. Deniz ürünlerinin bin bir çeşidi, sebze, meyve, içki, meze, şarküteri… Günlük ya da haftalık alışveriş için ideal.
Bir ara karşıdan karşıya geçiyorduk ki çikolatacının önünde durduk. Ben zeytin, Nursel yumurta şekilli olandan aldık. Larnicol (chocolaterielarnicol.fr/) Hemen yanındaki pasajdan geçtik. Sokakları arşınladık. Dükkanlara girip çıktık. Selamsız sabahsız girip çıkmayın derim. Buna çok dikkat ediyorlar. St. Michel Çeşmesi‘ni geçtik, Sorbonne üniversitesinin önünden geçtik. Bütün bu çaba Panthéon‘a ulaşmak içindi. Ulaşmak, içine girmek Foucaoult’un Sarkacını görmek, ünlüler mezarını ziyaret etmek.
Pantheon, 1758 yılında kilise olarak yapımı başlamış, para yetmediği için bitmemiş. 1789 Fransız Devrimi kilise olmasına izin vermemiş, Fransız aydınları için bir Anıt Mezar’a dönüştürmüş. Sonrasında bir kaç defa daha kilise yapılmışsa da bugün bir Anıt Mezar. Öyle bir anıt mezar ki, Victor Hugo, Jean-Jacques Rousseau, Emile Zola, Pierre Curie, Marie Curie, Alexandre Dumas gibi büyük isimler yer alıyor.
Konaklama ve ulaşım
Hotel Le Mireille (booking.com/c35817732e4deb546), Booking.com üzerinden rezervasyon yaptık. Merkeze yakın. Açık mavi renkli 13 numaralı metro hattından Guy Mouqet durağında inin, Lamarck yönünden çıkın. Karşıda Passage Legendre sokağından girin, ilk sol, ilk sağ oteli göreceksiniz. Yenilenmiş, temiz, hızlı wifi var. Sadece biraz ufak.
Havalimanından “Orlybus” otobüslerine binin. Otomat makinelerden bilet alabilirsiniz. Metro geçişli merkezlerden birinde inin, gideceğiniz yere ulaşmanız kolay. Türkiye’ye dönüş için havaalanına 2.5 saat erken gelmenizi öneriririm. Pasaport ve güvenlik kuyruğunda epey zaman harcanıyor.
Parfüm?
Bir gezi daha böyle bitti. Güzel gezdik. Çok pahalı bir şehir, bütçenizi iyi ayarlamanızı öneririm. Yemek konusunda özellikle. Paris’e gidip parfüm almadan gelmem diyorsanız indirimli ürünleri ve Türkçe bilen görevlileriyle Benlux iyi bir seçenek. Rivoli caddesi üzerinde Concorde meydanına doğru, köşede çok katlı bir bina.
Son Söz!
Yedi sene sonra tekrar Paris’teydim. Değişmiş mi diye düşündüm! İnsanlar daha karışmış sanki, hani yetmiş iki milletten derler ya, öyle. Ama Paris hiç değişmemiş! Kocaman bir mekan olarak güçlü, vakur duruyor. Bir karakteri var, fiske dokundurmuyor adeta. Kente saygı böyle bir şey olsa gerek. İstanbul aklıma gelince içim eziliyor. Tekmelerle, bağrını deldiğimiz, kollarını açmış, tırnaklarını iki kıtaya geçirmiş, tutunmaya çalışan (bir zamanlar!) güzel kent. Ne hale getirdik biz!
Paris, bir kentin vakur durabileceğinin, gücüne sahip olabileceğinin örneklerinden biri. Tabi, bunu yapan kentin betonları değil, yaşayanları. Anladınız siz, çuvaldızı batırmak lazım!
Sevgiyle kalın,
Armağan
Ocak 2017
Not: Nursel ile geçen yıl New York’a gitmiştik. Karar verdik, her yıl birlikte bir seyahat yapacağız, geleneksel olacak 🙂
Leave a Reply