Kaçınız, otuz yıl önce yaşadığı evi bulabilir Türkiye’de? Büyük şehirlerde hemen hemen hiç. Kentsel dönüşüm adıyla türetilen canavar, tüm anıları inşaat makineleriyle yok ettiği için. Bu yüzden üç yıl önce yaşadığımız sokakta fotoğrafçı, kasap, manav, eczane artık yok.
*** *** ***
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilk ziyaretimdi. Fatih, bir seminere davet edilmişti. Beraber gittik. Bir buçuk yıl öğrenci olarak yaşadığı evleri, sokakları gösterdi. Hatta harçlığı geldiğinde gittiği kebapçıda yemek yedik. Yıkılmamış sadece tadilat görmüşlerdi. Ne güzel dedim içimden. Anılar canlı burada!
Sahi canlı mı? Kuzey Kıbrıs’tan iliklerime kadar hüzünle döndüm. Sakinlik değil yalnızlık var. Acılarıyla bir başına kalakalmış, ihtiyarlamış ama genç görünmeye çalışan bir kadın gibi. Eğlence ve turizm sektörü pompalanan bu adada niye böyle hissettim ben?
Dikenli tellerle çevrilmiş yasak bölge Maraş, Famagusta yani “hayalet şehir” denen Gazi Mağusa’da. 1974’den beri sokaklar, binalar, arabalar olduğu gibi duruyor. Hayat yerine kocaman boşluk var. Duvarlarında anılar sallanıyor sanki. Fısıltılar dolaşıyor. İçerisini dolaşmak mümkün olsa diye düşündüm. Dikenli telleri aşabilsem, fotoğraf çekebilsem, yazabilsem… Ama yasak bölge!
Kuzey Kıbrıs turizmi gücünü kumarhanelerden alıyor. Buna “güç” demek uygun mu bilemiyorum. Kaç öğrencinin kayıt parasını sömürdüğü, kaç ailenin ocağını söndürdüğü belirsiz. Normalde yerli halka, 25 yaş altına ve öğrenciye kumarhane giriş izni yok. Duyduğumuza göre kağıt üzerinde böyle. Öğrencilerin “bet office” denen bahis merkezlerinde cirit attığı düşünülürse, alışkanlık küçük yaşta başlatılıyor.
Adaya, Mersin’den su getirilmiş mi, getirilmemiş mi anlayamadım. Aslında su getirilmiş ama Türkiye, sular idaresinin adada özelleşmesini şart koymuş. Kuzey Kıbrıs ise belediyelerde kalmasında ısrar etmiş ve yatırım durmuş. Adanın tarımı da doğaya ve rahmete bağlıymış. Yağmurlar çok olursa mahsül oluyormuş. Hatta kuyusu kuruyan çiftçiler işi bırakmaya başlamış.
Yalnızlık ve terkedilmişlik hislerimi anlamaya başladınız mı? Peki hüznümü?
“Barbarlık Müzesi”ni dolaştık. Hüzün, ağaçlı ufak bahçesinde tek katlı evin duvarlarına yapışmıştı. Kurşun deliklerinden, katliamın yapıldığı küvetten, müze sergi resimlerinden içimize sızıyordu. Elimiz ağzımızda, gözlerimizi kaçırarak dolaştık. 24 Aralık 1963 gecesi o evde ve dışarda yaşananlar yüreğimize taş gibi ağırlık verdi.
Hissettiğim karamsarlık bir tarafa, “kentsel dönüşüm” harekatını! görmemek sevindirdi. Kentlerin dokusu duruyor. Yalnız, sessiz ya da hüzünlü ama karakteri var. Kuzey Kıbrıs’ı bahar aylarında da görmek lazım. Belki de ada, mevsimlere göre değişiyordur. Kış aylarının ağır havası kalktığında, şen şakrak oluyordur kimbilir…
Sevgiyle,
Armağan
Aralık 2015
Ekler:
Barbarlık Müzesi fotoğrafları için tıklayınız.
Karaoğlanoğlu şehitliği fotoğrafları için tıklayınız.
Leave a Reply