Bizim bir fotoğraf grubumuz var: ”Esas Fotoğraf Topluluğu”. Esas Holding çalışanları tarafından kuruldu ve ismi ortaklaşa belirlendi. Ben de holding şirketlerine çeşitli zamanlarda hizmet verdiğim için ilk günden beri gruptayım. Sevgili Hekim Müküs fotoğraf konusuna merak sarıp yıllar önce ilk eğitimleri almasaydı, sonra bir grup kurmaya kalkmasaydı hatta biz farkında bile değilken hepimizin içindeki fotoğrafçıyı keşfedip gruba üye yapmasaydı, bugün ben gerçekten çok keyif aldığım bu uğraşla tanışmayacaktım. Yeni yerler görme dürtüsü bu kadar baskın olmayacaktı. Fotoğraflarımın bir de hikayesi olsun demeseydim, bugün bu satırlarda sizlerle tanışmayacaktım.
Bu biraz Nasreddin Hoca’nın koyunlar büyüse, yünleri çıksa, dikenli tele takılsa hikayesini andırsa da bizim hikayemiz fıkradaki gibi değil aksine tamamen gerçektir.
Bugün dokuz kişi Kumkapı rotasından başladık. Önce Sirkeci Garı’nda buluştuk. Banliyö treniyle Kumkapı’da indik ve başladık yürümeye. Günlerden pazar. Kumkapı’nın her daim kalabalık restaurantlarının bulunduğu meydana çıkan yollar bomboştu. Oysa meydanın dışında kalan tüm sokaklar bir çarşı açılmışçasına kalabalık ve hareketliydi. Tezgahlar, gidenler, gelenler, valizlerini sürükleyerek bir yerlere yetişmeye çalışanlar… Bir hareket bir bereket vardı sokaklarda. Daracık ama çok renkli yollar ve yaşamlar. Havada her daim bir cıvıltı ve enerji.
Eski semtleri dolaşmak, kültür zenginliği içinde seyahat etmek gibi. Dinler, kültürler, alışkanlıklar, gelenekler, diller hepsi kaynaşmış. Rusça tabelaları izlerken, karşınıza bir kilise, bir cami çıkıveriyor. Bir hamam, bir kütüphane köşede sizi bekliyor. Meryem Ana Kilisesi’ni hayranlıkla gezdikten sonra arkamızda bırakmış yürürken, işte ağız sulandıran bir piliç çevirme makinesi. Nar gibi kızarmış, aheste dönen piliçlerin kendi camı doğal olarak yağlı ve buharlı olduğu için yeterince net çıkmadı yoksa elim titredi sanmayın.
İstanbul Üniversitesi’nin giriş kapısının yer aldığı Beyazıt meydanına geldik. Elbette güvercinler, güvercinleri yemleyenler deklanşörümüze takıldı. Ben yere çömelmiş fotoğraf çekmeye uğraşırken Şahin ve Mehmet yanıma yaklaşarak kendilerini de çekmemi istediler. 16 yaşındaki bu delikanlıların medeni cesaretine bayıldım. Omuz omuza verdikleri pozlarını nerede görebileceklerini söyledim, bakalım bu satırlarda tekrar selamlaşacak mıyız? İkisi de lisede okuyor, yolları açık olsun, başarılı olmalarını diliyorum.
Yorgun, üşümüş ve aç bir halde Süleymaniye Camisi yakınındaki kuru fasulyeciye doğru hep birlikte yürürken, bizi yolumuzdan alıkoyan Gamze oldu. O soğuğa aldırmıyor aksine kaldırımda yatan bir sokak köpeğini sürekli okşuyordu. Meğer, zavallı köpek çok üşüdüğü için hareketsiz kalmış, Gamze de onu yalnız bırakmayarak ve yemek vererek yardımcı olmaya çalışıyordu. İşte günün en güzel mesajı da buydu. Kimseden beklemeden, sen bir doğruyu yaparsan inanarak, o dalga dalga mutlaka büyüyecek.
Ha bu arada, kuru fasulye ve az pilav yedim. Çok lezzetliydi. Taze çıtır ekmek geniş geniş dilimlerle servis edilmişti ve fasulyenin kırmızı, kıvamlı suyuna banmadan o masadan kalkılmazdı. Ben de aynen öyle yaptım ve fasulyenin izniyle bir de fotoğrafını çektim.
Sevgiyle,
Armağan Portakal
Ocak 2012
Leave a Reply