KERPE

700 467 Armağan Portakal

Eylül 2011
Kapı kapıyı açar, benim en sevdiğim söz. 2011 yılı başında Esas Fotoğrafçılık Kulübüne üye oldum. Eğitim almaya başladık ama 7 haftalık eğitim boyunca makinamı almadım. Ders sonrası eğitim için çekime gidilecekti ki makinamı aldım. Tabi teorikle pratik hemen anlaşmadı kafamda ve elimde, ben olayı anlayana kadar epey zaman geçti. İşin aslı burada da bol pratik yapmak.

Madem öyle biz de haftasonları İstanbul’un tarihi semtlerini keşfedelim dedik. Samatya, Kuzguncuk, Fener, Göksu derken hafiften şehir dışına taşalım dedik ve bu çok hoşumuza gitti. Karı-koca hafta sonuna doğru yer seçmeye başladık. Bizim karar süreci öyle uzun uzadıya değil. Belki birinden duyduk, belki bir yerde okuduk, gördük ya da elimize harita alıp bakarak bulduğumuz isim-yer içimize siniyorsa gidelim diyoruz. Ekşi sözlük sağolsun seçtiğimiz yer hakkında dünya kadar bilgi veriyor. Mesela aslında Kefken’e gitmeyi düşünürken, daha güzel şeyler yazıyor diye rotayı Kerpe’ye çevirdik.

İyi ki çevirmişiz!!! Resmen ruhlarımız arındı. Öyle güzel, sakin, mistik, hülyalı bir yer. Tabi yazın gitmeyiz, çünkü hap kadar yerde 5-6.000 kişi oluyormuş. Yani o insanlar nereye sığıyor hiç anlamadım. Sonra internette biraz daha araştırma, kalacak yer bulduk: Gökhan Otel, baktım sitesine düzgün, neyse velhasıl ayırttık yerimizi cuma günü E5 üzerinden, yaklaşık 2.5 saat sonra vardık. Ceneviz kayalıklarına gittik, güneşi batırmaya. Güneş denize batıyor şahane. Hatta bir resim yakaladım, bulutlar güneşin önünde sanki semaya durmuş gibi görünüyor. Halkı, kayalıklarda balık tutuyor, genç yaşlı… Tuttuklarını akşam yiyorlarmış. Biz ise akşam yemeğini sıra sıra restaurantların olduğu yerde değil Ceneviz kayalıklarına yakın “Kerpe Diem”de yadik. Sahibi Ayşecik filmlerindeki kıvırcık saçlı, renkli gözlü iyi oğlan. İstanbul’da diş hekimliği yapıyormuş. Halis köy ekmeğinden insan çaktırmadan iki koca dilim falan yiyebiliyor, aman dikkat!

Cumartesi günü sabah 07.00 gibi resim çekmeye çıktım. Aslında iyi spor çünkü yürü-tırman-in-çık 3 saat efor harcıyorsun ve bizim için bahçeye hazırlanmış özel kahvaltıyı hakediyorsun. Biber kızartmasından, kendi yetiştirdikleri kütür kütür karpuza kadar. Sonra Cebeci’ye gittik ki meşhur Pembe Kayalar’ı görelim diye. Yolda bir plaj var ki sormayın, aman allah ne manzara… Dönünce Kerpe’de denize girdik. Git git gerçekten sığ hiç derinleşmiyor. Bu yüzden aslında biraz sıkıcı. Ve minik minicik beyaz denizanaları saçıma girmesin diye (girerse kıvırcık saçımdan çıkamaz ve orada yeni bir yaşam başlatabilirler) bandana falan taktım, çok havalıydım :))

Pazar sabah yine erken kalktım, şehrin diğer tarafını keşfetmeye. Ormana girdim. İlk defa Karadeniz’de yüzdüm, ilk defa hayatımda ormana girdim. Biraz tırstım tabi fakat güzeldi. Ben hareket edince kuşlar ses çıkarıyor, durunca susuyor, ilginçti. Kendi halinde bir köpek beni görünce korktu ve içeri koştu, kaçtı. Bunu görünce rahatladım, demek ki ormanda bana bir şey olmaz. Köpek benden kaçınca biraz gururum kırıldı o ayrı, çünü normali insanın kaçması değil midir?

Krem rengi üzerine kırmızı olan kayık market sahibinin. “Benim kayığı çek, bana gönder” dedi. “Nasıl göndereyim?” diye sorunca “Eren market, Kerpe” dedin mi gelir dedi… (Söz verdim göndereceğim.)
İşte bu kadar, bu adres kadar… Hayat bu olmalı işte… Sade, net ve kendine özgü… Sadece ismimizle varolmak yetecek kadar…

Armağan Portakal

23-25.09.2011

2 comments

Leave a Reply

Your email address will not be published.