KAZDAĞI

1024 683 Armağan Portakal

 

Kazdağı: Dünyanın Merkezi

Çürük zamanlara denk geldi hayatlarımız… Bu yazıyı yazarken hangi park, hangi orman ve koru, hangi zeytinlik, hangi su havzası imara açılıyor bilemiyorum. Öyle muazzam bir güzellik ve doğa harikası gördüm ki, hala etkisindeyim. Şöyle biraz daldığımda orada gezerken buluyorum zihnimi. Adeta tabiatın hazine sandığı… Notlarımı paylaşıp paylaşmamayı epey sorguladım. Sonra dedim ki içimi ürperten rant silindirleri, en ince detayına kadar bilmiyorlar mı sanki? Ellerinde ne raporlar var kimbilir? İyilerin de haberi olsun diye yazmaya karar verdim. Doğaya ve insanlığa tertemiz gönülleriyle hizmet edenlere seslenmek için… Tabiatın zenginliklerini, geleceğimizi koruyacak insanlara… Ve onlar uzakta değil, içinizde arayın, uyuyorsa uyandırın…

*** *** ***

Alüvyonla bereketlenmiş Edremit ovası ve körfezde bir gerdanlık gibi duran Kazdağları tarih boyu tersane ve limanlarıyla zengin kentler yaratmış. Sebze, meyve, tahıl, zeytin, üzüm, şarap deposu olmuş. Roma ve Yunan tapınaklarına mermerler buradan taşınmış. Antik dönem darphaneler burada kurulmuş, demiri eritip kullanmayı burada öğrenmişler. Milattan öncesine kadar uzanan bu zenginlik, kısa süreli Bergama İmparatorluğu dönemi hariç hep istilalarla mücadele etmiş. Sonra doğanın hediyesi bu hazine sandığı Anadolu’nun süsü olmuş, kalbi olmuş.

Kuzey Ege’de atan bu kalbi yani sahip olduğu nadir türleri korumak, araştırmak ve gelecek kuşaklara aktarmak için 1993 yılında Milli Park ilan edilmiş. Sıradağlar şeklindeki Kazdağları’nın yerüstü ve yeraltı kaynakları olarak her noktası önemli ama endemik türler çok değerli. Bu nadir bitkilerin çalınmasını önlemek için dünyada neredeyse bir asırdır uygulanan “Alan Kılavuzluğu” sistemi, ülkemizde 2002 yılında başlatılmış ve milli parka rehbersiz girişler engellenmiş.  Tabiata saygı ve sevgiyle dolu yörenin insanları gönüllü olmuş, üniversite öğretim görevlileri tarafından eğitilmiş. Yazılı sözlü sınavlar neticesinde ziyaretçilere eşlik etmelerine olanak sağlayan kokartlarına hak kazanmışlar. Biz de milli park kapısında yasal ödememizi yaptık ve rehberimiz Hüseyin (Yetiştiriciler) bey yanımızda olmak üzere girdik. 13 yıldır alan kılavuzluğu yapan Hüseyin beye artık abi diye hitap etmek istiyorum. Arazi aracına hepimiz binmiştik ki motor çalışmadan konuşmaya başladı “Değerli Misafirler, bakın taa İstanbul’dan geldiniz, Kazdağı’na saygı gösterdiniz, hepinize tekrar teşekkür ediyorum. Sağolun varolun. Ama burası hakikaten saygıya sevgiye layık bir yer. Geçmiş dönemlerde Dünyanın Merkezi olarak görülen, mitolojide de aynı şekilde bilinen, binlerce efsaneye, hikayeye, medeniyete merkezlik etmiş muhteşem bir dağ silsilesine hoşgeldiniz.” Turumuzun ana hatlarını anlattıktan sonra “İçim çok rahat. Bu işi kendimiz için değil gelecek kuşaklar için yaptığımıza inanıyorum.diye ekledi. Gözlerinde heyecan ve enerji vardı. İki günlük gezimiz sonunda bunun enerjiden öte, Kazdağı’na duyduğu büyük bir aşk olduğunu anlayacaktım. Karşılıksız değildi Kazdağı, O’nunla konuşuyordu. O, dağın gönderdiği simgeleri sinyalleri anlıyordu.

Yaşı altmışın üzerinde olmasına rağmen en fazla kırkbeşlerinde gösteren Hüseyin abinin gözlerindeki aşk, yüreğinden kelimelere dökülüyordu: “ALLAH’a şükürler olsun ki; KAZDAĞLI doğdum, KAZDAĞLI yaşadım, KAZDAĞLI öleceğim. Mutlu, huzurlu, keyifli, sağlıklı bir KAZDAĞLI olarak.

*** *** ***

Bir masalda mıydım? Neredeyse dünya yaratılalı beri bozulmamış bir tabiat. Sadece orada yetişen endemik bitkiler, ilk kez gördüğüm çiçekler… Orman… Dağdan sızan, derelerden çağlayan binlerce yıllık tertemiz su… Dağın üzerine serpilmiş ve güneş vurdukça pırıl pırıl parlayan kayalar, doğal taşlar, süt beyazı üzerinde yavruağzı damarlı mermerler… Gümüş gibi ışıldayan yıldız çiçekleri… Karacalar, kertenkeleler, şahinler, balıklar… Zirveye tırmanırken merdiven olmuş doğal kayalar… Ben böyle bir güzellik görmemişim. Bir dağ ki mitolojide tanrıların yolu, bin pınarlı dağı. Bir dağ ki bereketi taşmış… Bir dağ ki tabiat ananın gerçek kucağı. Size sarılmış, dizine yatırmış, sevecenlikle saçlarınızı okşarken, billur sularının sesiyle şarkısını söylüyor…

Hüseyin abinin anlattıklarını bu yazı vasıtasıyla size aktarmaya çalışacağım. Her gün görülmesi, her gün gezilmesi, hakkında her gün yazılması gereken bir yer burası. Dünyada eşi benzeri olmayan, başka alanlarda yaşayamayan endemik türler var. Kartal, şahin, atmaca, kerkenez, kuzgun gibi önemli yırtıcıların olduğu 85 kuş türü var. Ayı, domuz, karaca, tilki, çakal, kurt, sansar, yaban kedisi, sincap, tavşan gibi 21 memeli hayvan türü tespit edilmiş. Kazdağı milli park olduğu için avcılık yasak ve burası bir nevi kuluçka makinesi. Rahatlıkla ürüyorlar, popülasyon artınca milli park dışına da taşarak türlerin devamlılığına faydalı oluyorlar. 45 Anadolu, 32 Kazdağı endemik türü dahil olmak üzere 800 bitki türü yaşıyor ve versiyonlarıyla 30 bini geçiyor. Endemik canlıların yaşam yeri genellikle zirveler. Güçlü doğa şartlarında hayatta kalmayı başarabilen güçlü genler bunlar. Altın, gümüş, kurşun, çinko, demir, mermer gibi yeraltı kaynaklarını saymıyorum bile… Biz ağustos ayında ziyaret ettik, bir de ilkbaharda görün dediler. Kazdağı köknarı başta olmak üzere kardelen, orkide, çiğdem, safran, menekşe, taşkıran, peygamber çiçekleri, arap sümbülleri, hünkarbeğendi çiçeği, şakayıklar, kekik ve çay çeşitleri nisan ayı ile beraber uyandıklarında, dağ ne hale bürünüyor kimbilir…

Kazdağı’nda 4 milyon zeytin ağacını belli yüksekliğe kadar görüyorsunuz. Her yüksekliğin ağacı farklılaşıyor. Sürgün ve kabuklarının altındaki renkten adını alan Kızıl Çam var. 800m rakımdan sonra karaçamlar başlıyor. (Anadolu’da akçam deniyormuş) Budaksız, kalem gibi düzgün gövdeleri nedeniyle Fatih Sultan Mehmet’in fetih gemilerinin direkleri bu ağaçtan yapılmış. Odun ve çeşitlilik anlamına gelen mitolojideki ismiyle İda dağında yeşilin her tonu olmasına rağmen anlayan kimse yokmuş. Gemileri yapmak için Toroslardan Alevi Türkmenler getirilmiş. Tahtacı Türkmenler de denilen bu insanlar gemilerin yapımında önemli rol oynamış. Karaçam, rüzgar ve karla kırılan dallarını özel reçinesiyle tamir edip budakları yokediyormuş, doğal döngü içinde burada yaşayan hayvanlar da bunu bildiği için yaralandıklarında gelerek, ağacın reçinesine sürtünerek kendilerini tedavi ediyorlarmış.

İnanın, oradan ayrılmayı hiç istemedim. Keşke geçmişte Kazdağı’nda yaşasaydım diye çok düşündüm. Fakat şimdi ve uzakta yaşamamın bir manası olmalı, Kazdağı’nı size anlatabilmek, bugün tarihe not düşmek görevimdir belki de.

Niyetimiz standart bir tur değil de yükseklere çıkmak, derelere, şelalelere inmek olduğu için arazi cipi kiraladık. Sarıkız türbesine gittik. Araç zirveye yakın bir yere kadar geldi, sonra yürüdük. Kayalar doğal basamak gibi ve 1726m yüksekliğin tedirginliğini hissetmiyorsunuz. Burası neden Sarıkız, bu dağın adı neden Kazdağı merak ediyor insan… Hüseyin abi entellektüel açıdan derin bir adam. Bir soru soruyorsunuz, O size öncesi sonrası nedenleri sonuçlarıyla ilgili çok geniş bir çerçeveyle anlatıyor. Sarıkız isminin birden fazla efsanesini bu satırlara sığdırmam oldukça zor,www.kazdagli.com web sitesinde Hüseyin abinin dilinden öğrenebilirsiniz. Anadolu’nun kadın evliyalarından biri olduğunu vurgulayarak, kaz simgesini açmak istiyorum. Ortaasya mitlerinde göktengri kazın sırtına biner, yönetir, izler ve keşfedermiş. Kaz, 6000 fite çıkabilmesiyle gücü, kuzey ülkelerinden buraya kadar gezerek öğrenerek gelmesiyle de bilgeliği temsil edermiş. Asıl önemlisi kazın 3 tırnaklı ayağı, bütün inançların temelini oluşturan “eline, beline, diline sahip olmak” felsefenin temeliymiş. Bu simge ve semboller yöredeki 27 tane alevi türkmen köyünün simgesi ve sembolu olarak çadırlarını, kilimlerini süslemiş.

Ve 600 yıldır her 15-25 Ağustos tarihleri arasında Sarıkız türbesi yörede yaşayan alevisi, sünnisi bütün mozaiği tarafından ziyaret ediliyormuş. Temennilerde bulunur ve oradan küçük bir dilek taşı alırlar, gönüllerinde saklarlarmış. Dilekleri olursa ertesi yıl tekrar iade-i ziyarete gelirlermiş. İnançlarına göre şükran minnet duygularını ifade ederlermiş. Kardeşlik felsefesiyle toplayan bu gelenek yöre insanını birlik beraberlik bütünlük içinde tutarmış. Çadırlar kurulur ve ataların ocağı tütermiş. Her yıl aynı aile, aynı yere gelir, aynı yere çadır kurar, aynı yerde ateşini yakarmış. “Baba ocağı” tabiri buradan gelirmiş. Eğer aile gelmiyorsa yani ocağı tütmüyorsa soyunun bittiği anlaşılırmış. Kazdağı’nı ziyaretimiz bu geleneğin başladığı güne denk geldiği için yaylaya gelişlerini, çadırlarını görme fırsatımız oldu.

SU

Gelelim en önemli konuya. Şimdi gözlerinizi kapayın ve kocaman bir kaya parçası düşünün. Ortası delik. Karlar eridiğinde, silisli ve kalsitli kayaların çeperinden süzülerek içine doluyor. Bahar geldiğinde kayanın üzerindeki deliklerden pınarlar, şelaleler şeklinde fışkırıyor. Muazzam bir su deposu! Dünyada eşi benzeri olmayan bir jeolojik yapı! Yıllarca dünyaya yağmur yağmasa, etrafına yetecek hayat kaynağı suyu içerisinde barındıran, altından kaçırmayan, çatlağı patlağı olmayan bir su rezerv tankı. Böyle bir jeolojik mucize yapının benzeri dünyada başka yerde var mı bilmem. 1 km çapında kayaç bir olguyu hayalimde bile canlandıramıyorum. 21bin hektarlık milli park ilan edilen kayaç kütlesinin içi komple su dolu. İçtiğimiz en genç su 10.000 yaşında yani geçen kış yağan karı hemen içmiyoruz. Bu kayaçların içinde muhafaza edilen, dinlendirilen, hangi kayacın içinden çıkıyorsa o mineralle zanginleşen, işlemsiz içilebilecek su halinde ikram edilen doğa harikası. Yeraltı kaynaklarına değinmiyorum başlıbaşına suyun bilincine varmalıyız… Hüseyin abi diyor ki “Bu kıymetli değere sahibiz ama vakıf değiliz.”

*** *** ***

Kazdağı’na şimdi niye geldik? Anlatayım… Bir gün yazar Orhan Bahtiyar’la tanıştım ve kitabını imzalayarak verdi. “İdeon: Tanrıların Yolu”nu okurken dağdan esen serin yeli yüzümde hissettim, bereketli zeytin ağaçlarının gölgesinde oturdum, tertemiz pınarlardan su içtim, yıldız çiçekleri gözümü kamaştırdı. Her sayfasında Kazdağı’nı yaşadım. Öyle etkilendim ki yazarın söyleşilerini takip ettim, sonunda kendisinin de katıldığı bu turu yaptık. Bin pınarlı dağla gerçek tanışmayı böylece gerçekleştirdim.

Yazıma noktayı Hüseyin abinin bir sözüyle koymak istiyorum “Nefsine hakim olan, gerçek hürriyetine kavuşur. “

Sevgiyle,

Armağan Portakal

08.2014

 

Leave a Reply

Your email address will not be published.