EMİNÖNÜ

700 467 Armağan Portakal

Son haftalarda gönlümde bir flört havası var ki sormayın. Uçuşuyor. Fotoğraflarda doygun renkleri Nikon sağlar cümlesini duyduğumdan beridir kalbimde aklımda bir kaçamak düşünceler var ki sormayın. Bir Canon sahibesi olarak bu gel git durumları aklımı bir çeliyor, bir bırakıyor. Her çekimde bir dert, bir netlik problemi, 12 ay geçse de her çekimde makineme dair yeni bir keşif! Ben bu gönül meselesi ile bir hal olurken, bu hafta anladım ki daha elimdeki makineyi iyi kullanmayı öğrenememişim. O zaman ne yapmalı önce bu makinenin diliyle konuşmalı, anlaşmalı ondan sonra 550D’nin de gönül rızasıyla bir üst versiyona geçmeli. Problem Canon’da falan değil. Benim gören gözüm, çeken elimde, bunu çok net olarak anlamış durumdayım.

İşte böyle her fotoğraf gezisi aynı zamanda bir insanlık dersi adeta. Her seferinde boş gidip, dolu dönmemi sağlıyor ve olaya felsefik tarafından yaklaşınca iyi ki bulaştım bu işe diyorum.

Esas Fotoğraf Topluluğu olarak 12-13 kişi İstanbul Üniversitesi ‘nin meşhur kapısının önünde Beyazıt meydanındaki kahvede buluştuk. Niyetimiz Kapalıçarşı idi ama hava güzel ve parlak olunca, bu ışığı ziyan etmeyelim diye vazgeçtik. Çaylar içildi, makineler şakır şakır ayarlandı ve başladık yürümeye. Sahaflar Çarşısı’na girmeden hemen önce Hasan Dayı dikkatimi çekti. İzin istedim bir kaç poz aldım. Kedileri var besliyor ama hiçbirine isim vermemiş, belli ki böyle fani şeylerle ilgilenmiyor. Kedisinin olması yetiyor, onları bir isimle bağlamıyor. Objektife bakmadı ama ben bir tane yakalamayı başardım.

Sonra Kapalıçarşı’nın içinden hızla geçtik. Kalabalık ve fotoğraf çeken bir grup insanın burada kaybolmadan yürümesi imkansız olduğu için ip gibi bir uçtan bir uca yürüyüp dışarı çıktık.

Eminönü öyle bir yer ki daracık sokaklar, yokuşlar ve o dar sokaklarda kocaman ahşap kapıların ardında kocaman hanlar ve dünyalar. Eski zamanlarda haşmetli ama şimdi neredeyse dökülecek durumda bakımsız hanlar. Büyük Valide Han da aynen böyle. Hatta merdivenlerden yukarı çıkarken en önde giden ben tavandan başıma düşen sıvalarla bir güzel irkildim. Bu “kritik an fotoğrafı”na ekipten kimse hazırlıklı değildi çeken olmadı ama üstümü başımı temizlediler, sağolsunlar.

Hanların bugün ki durumunu içerdeki yolu bir yere çıkmayan merdivenler iyi özetliyor aslında. Ne kadar eski ve yıpranmış olsa da içinde barındırdığı ticaret, zanaat o kadar önemli. Saim bey sigarasını avluya doğru içerken gümüş işçiliği ve ticaretinin %30’unun Yeni Han’da olduğunu söyledi.

Yeni Han’a ufak gösterişsiz bir ana kapıdan giriyorsunuz. Üzerinde zincir askısı var. Tepeden perde gibi iki yana tutturulan ama burada belli ki girişe engel olduğu için bir kanadı diğer tarafına bağlanmış bir zincir askı. Eğer yanlış bilmiyorsam bu zincir perdeyi, nefsi terbiye etmek için kullanırlarmış. Camilerde falan da vardır dikkatinizi çekti mi bilmiyorum? Kapıdan geçen atı üstünde padişah bile olsa başını eğerek geçmesi gerektiği için “mağrurlanma, senden büyükler var.” anlamını taşırmış.

Bu gezide bizim arkadaşlarımız da modellik yaptı, hanlardaki değerli zanaatkarlar da. Bana adresini verenlere resimlerini mutlaka ulaştıracağım.

Sözü makine ile açtım makine ile kapatayım. Problem makinenin markasında değil gayet bende. Netlik ayarlarımı beceremediğim çok kare var. Güzelim anları netlik sağlayamadığım için heba etmişliğim var. Hal böyle olunca, kır dizini otur diyorum kendime. Ne Nikon, ne Canon düşünme. İğneyi de çuvaldızı da kendine batır, adam gibi öğren de gel Armağan diyorum.

Sevgiyle,

Armağan Portakal

Nisan 2011

Leave a Reply

Your email address will not be published.