Pazen bir kumaş almıştım Seferihisar’dan. Niyetim şalvardı, vazgeçtim elbise fikrine döndüm. Kim diker darken, Erbulak Evi yazarlık atölyesi sınıf arkadaşlarım sayesinde tanıştığım tasarımcı Berrin Akyüz geldi aklıma. Emekçi Tasarımcı… Tam da dünya kadınlar gününde elbisemi teslim almaya gittim atölyesine. Benim pazen kumaş, ellerinde neşeli, cıvıldak, renkli bir kimliğe bürünmüş. Cebine minik püsküller, rengarenk düğmeler, kolda volanlar ve saçıma yeşil bir gül toka. Anlatması detaylı ama her biri dengeli, çocukluk tadına karışmış köy havası ile şehirli bir elbise olup çıkmıştı. Bayıldım. Hikayesini de sizlerle paylaşmak istedim. İlham veren hikayesini…
*** *** ***
Dört beş yaşından beri yaşadığı çevreyi izleyen ve etkilenen biri Berrin Akyüz. Özellikle insanların el hareketlerinden. Anneannesi “Elin işe yakışmıyor” dediğinde, çamaşır yıkamasını taklit etse de iğreti kalır. Çünkü anneannesi hamur yoğurur gibi hareket ettirir ellerini. Bunu başaramayınca başkalarını izleyerek büyür. Bebeğine elbise dikerken, arkadaşlarını da oyuna dahil etmek için iğneye iplik geçirmelerini ister.
Çocukluğunda Trabzon’un Akçaabat ilçesinde, kumaş, yün ve pek çok şeyin satıldığı dükkanları vardır. Babası yurtdışından kumaşlar getirir. Annesi gelinlik terzisidir ve “Emine’nin kol takması çok güzeldir.” diye methedilmesinden müthiş etkilenir. Beş kardeşlerdir. Her biri el işine meraklı olmasına rağmen anneleri “Ben yoruldum, çocuklar yorulmasın” diye meslekten uzak tutar. Armut dibine düşer bu olsa gerek! Öğretmese bile o maharet ve istek çocuklarına geçer.
Berrin Akyüz otuz yaşında mesleğine başlar. Nasıl iş hayatına girdi merak ediyorsunuz eminim. Ekonomik krizin kol gezdiği, Kemal Derviş’in kurtarıcı rolü ile anlatıldığı yıllar. Ekranlarda duyduğu “Ben kurtarıcı değilim. Korkmayın. Üretin.” cümlesiyle “Üretmem lazım, boş boş oturmamam lazım” diyerek harekete geçer. Evet ihtiyacı yoktur, hayatı düzgün akmaktadır ama ihtiyacı olan çok insan vardır ve tarif edilen global bir kriz geldiğinde aç olanlar ne yapacaktır?
Ufaklığında arkadaşlarını oyuna dahil etmek, birlikte çalışmak kaygısı bugünlerini şekillendirmiştir. Çevresinde evde oturan kadınları toplar, fikirlerini paylaşır. Ortaya ürünler çıktıkça soranlar, ilgilenenler olur. Uluslararası bir şirketin genel müdürü ve eşi “Sevgi Yumağı” adını verdiği yastığı görünce çok etkilenir. Ürünlerine ayrı ayrı isim vermeyi hala sever. Capitol alışveriş merkezinde yılbaşı dönemi kurulan standlar için davet alır. Harıl harıl üç ay çalışarak hazırlık yapılır. Ürünler beğenilir ve satılmaya başlar. Özellikle yabancıların ilgi gösterdiği bir stand olur. İş profesyonel boyuta taşınmaya başlayınca hızını keser. Henüz erkendir, çekinir.
Bir mevsim sonra Capitol yetkilileri tekrar katılıp katılmayacağını sorar. Çünkü, Hollanda’dan arayan bir kişi Berrin Akyüz’ün standı olacaksa geleceklerini bildirmiştir. Gizemli kişi kraliyet ailesine yakındır, lale konseptli bütün yastıkları satın alan kişidir. Ve Berrin Akyüz bunun farkında bile değildir. Sadece işini iyi yapmanın, kadınlara faydalı olmanın, üretmenin peşindedir. Hollandalı’nın isteği üzerine tekrar stand açar. Başarılı geçer. Firmalardan teklif alır. Geri çevirmek zorunda kalır. Çünkü atölyesinde birlikte çalıştığı kadınların önceliği evleridir. Ütüsü, yemeği, çocuğu atölyedeki işten önemlidir ve profesyonel bir akışa zaman planı henüz uygun değildir.
İlerleyen yıllarda vaktin geldiğini hissederek şirketini kurar, kurumsal firmalar için ev tekstili tasarımlarına başlar. Böyle bir firmanın müşterilerinden birini memnun edemediğini hissedince atölyeye davet eder, karşılıklı görüşerek birbirlerini daha iyi anlayabileceklerini iletir. Müşteri gelir ve görüşmenin sonuna doğru, ödeyeceği fiyat karşılığında beklediği hizmeti sert bir üslubla dile getirir. Berrin Akyüz için firmalarla çalışmanın sonu gelmiştir. Çünkü, ekip olarak günler süren el emeklerinin ne kadar ucuza alınıp, ne kadar pahalı satıldığını görmüş, eşitsizliği kavramıştır.
Ev tekstili yerine moda üzerine yoğunlaşır. İlk olarak hamile gelinliği talebi gelir. Marjinal insanların ruhunu iyi anlayabildiği için rahatlıkla hazırlar.
2000’li yılların başında arkadaşının “Sana ihtiyacım var. Çırağan sarayında yapılacak düğün için salon tasarımını birlikte yapalım.” teklifini kabul eder, sekiz demo hazırlar. Yabancı bir ailenin Türkiye’de düğün yapacağını, hassas bir gelin olduğunu ve Yıldırım Mayruk imzalı gelinlik giyeceğini öğrenince kendiliğinden bir çalışma daha üretir, demolara ekler. Ödemiş ipeği üzerine rokoko işlemeli son anda diktiği set beğenilmiştir, vakit kaybetmeden düğün çalışmalarına başlanır. Takip etmediği için medyadaki yayınlardan habersizdir. Az bir süre kala düğün sahiplerinin Almanya eski başbakanı Helmut Kohl ile Türk işadamının çocukları olduğunu öğrenir. Yirmi sekiz günde ve yirmi dört saatin yetmediği bir çalışma temposuyla, alınlarının akıyla bitirirler. Başarmış olmak çok mutlu eder ve iç sesi artık yoluna devam edebileceğini fısıldar.
Kendi tabiriyle kalem tutamayan bir insanken, profesyonel bir tasarımcı olur. Teknik bir eğitimi yoktur ama içinden yükselen kabiliyeti ne durdurabilir? Üstelik sosyal bir amacın da varsa… Biraz ürkek, biraz atılgan, ticaretin merdivenlerinde düşe kalka yürüyen, üretime geçen, ilham veren bir kadın O. Yazan bir kadın aynı zamanda. 1900’lü yıllarda yaşayan, kendi hayatında önemli yer tutan Trabzon’lu kadınların öykülerini yazmış ama vakti zamanı var, henüz yayımlamıyor.
Başka kumaşlarımı gösterdm. Eline alınca onlarla konuştu sanki, gözünde canlandı. Hayalindeki modelleri çok sevdim. Yeni elbiselerim olacak. Kumaşlarla konuşması için diplomaya ihtiyacı yok. Işıklı bir ruhu var yetmez mi?
Erkeklerden bir isteği yok. Bizden var. “Kadın, kadına zarar vermesin. Birbirimize destek çıkalım. Susma, sustukça sıra sana gelecek sloganımız olsun. Bunu da insani olarak yapalım, unutulmasın.” diyor.
Yarınlarımız ürettikçe aydınlansın…
Armağan Portakal
8 Mart 2015
İletişim için:
Dr. Fahri Atabey Cd. No: 98/2 Üsküdar
0 216 334 92 96
Leave a Reply