Canon 550D ile çektiğim fotoğraflar
Aslında niyetim Chicago ya da Kuzey Carolina’yı görmekti. Citifari.com fotoğraf turlarında Elle ile tanıştım ve kesinlikle Charleston’u görmemi önerdi. Güneyde, tarihi dokusuyla çok güzel olduğunu söyledi. Google’da resimlerine baktım gerçekten öyle, rotamı çevirdim. Expedia.com sitesini de Sibel (Sibel Şeker, Yes Education) önermişti. Uçak, konaklama, araba kiralama gibi pek çok seçenek var ve uygun fiyata kampanyalı bulabiliyorsunuz. Ben de buldum.
18 Haziran Pazartesi günü öğleden sonra Charlotte havalimanında aktarma yaparak Charleston’a indim. Burada açıklama yapayım, New York’tan direkt uçuş var ama daha pahalı. Aktarmalı seçtim bütçem bana kaldı. Havalimanında servis otobüsü 15 USD idi beklemedim ve 25 USD taksiye atladım, direkt otele gittim. Bu arada Charleston’da mutlaka historic ya da downtown denen bölgede otelinizi seçin. Eğer aracınız varsa kuzeydeki oteller uygun olabilir. Ben merkeze yürüme mesafesi bir otel seçmiştim. Eşyamı bırakır bırakmaz şehir turuna çıktım. Ayrıca, ertesi gün fotoğraf gezi grubuna katılacaktım, buluşma noktasını önceden bulayım istedim.
Merkeze geldiğimde saat 18.00’e geliyordu ve çoğu dükkan kapanmıştı. Güney böyle işte. Rahat, sakin. Dükkanları kapatıp, akşam yemeği için hazırlanıyorlarmış. Tam keyif insanı yani.
Sokaklar geniş, evler şahane. Her yer yeşil. Ağaçlar ve çiçekler evlerden, bahçelerden taşıyor. Sokakta yürürken kuş sesleri ve çiçek kokularıyla sarhoş oluyorsunuz. Masal gibi. Bana “Bülbülü Öldürmek” filmini anımsattı bu sokaklar. Çok sevdiğim bir filmdi (Gregory Peck oynamıştı. Ben ve benden büyükler hatırlayabilir.) Çok sakin, çok güvenli, çok güzel bir şehir. Önce sıkılmıştım. Sanki, karşımda çok güzel bir insan var ama ruhu yok, iki laf etmiyor gibi gelmişti. Ancak, şehrin acelesi yok ve yumuşacık sarmalayınca, konuşmasına gerek kalmıyor, gözlerle anlaşıyorsunuz sanki.
Genelde önce bir harita edinirim ki işim kolaylaşır. Sonra gönlüme göre yürür gezerim. Mutlaka günler öncesinden araştırma yapmam. Gönlüm ve ayaklarım nereyi isterse giderim.
Haritada göreceğiniz yeşil hat asıl turistik hattı gösteriyor. Yani mağazalar, hediyelik dükkanlar çoğunlukla burada ama başka yerde bulamayacağınız hoş ve zevkli şeyler satılıyor. Mesela, Bijuju mağazasında sempatik iki genç kız vardı, ben birkaç şey aldım indirim yaptılar.
City Market, gündüzleri kurulan bir halk pazarı gibi ama çok zevkli bir yer. Hem hediyelik el işleri hem de değişik gıda ürünleri var. Mesela, kurutulmuş bamya, fasülye şekerlemesi gibi ilginç ama lezzetli şeyler.
Yogurt Mountain diye bir yer var. Bizim bildiğimiz yoğurt tadı değil, kremamsı onların damak tadında. Fakat, kendi zevkine göre yoğurt bazını kaba doldur, üzerine istediğin topping malzemesini koy, süsle, tarttır, öde ve afiyetle ye. Üstelik dükkanda iki tane vitrin var ve vitrinlerde oturabiliyorsun. Yer yoktu ben oturamadım.
Bazı araçların plakaları yok, merak ettim haliyle. Bunu Ürdün’lü taksi şoförü açıkladı. İster öne ister arkaya plaka takılıyormuş. Gerçi bilemiyorum sözüne ne kadar güvenilir çünkü 25 USD’lik yolu, 38 USD’ye getirdi beni havalimanına.
MUSC (Medical University of South Carolina) epey büyük, özellikle downtown bölgesinin kuzey batı kısmında kocaman yaygın binaları var. Psikiyatriden kansere kadar pek çok bölüm gördüm.
Havaalanı havaalanı gibi değil. Sanki butik tarzda hazırlanmış bir alışveriş/sanat merkezi gibi. Zevkli ve keyifli. Göreceğiniz kapalı mekandaki mağaza fotoğrafını böylelikle açıklamış oluyorum. Söz havaalanından açılmışken, güvenlik kontrolunu anlatayım. Eşyalarınız X-Ray cihazından geçerken siz ayakkabı, boynunuzdaki fuları çıkarmış halde bir kabinde, eller yukarı şekilde sabit durup bir taramadan geçiyorsunuz. Ondan sonrası sorunsuz ve süreç çok hızlı ilerliyor.
Akvaryuma gittim elbette. Otelden indirimli bilet aldım. Bu bileti akvaryuma gittiğinizde görevliye verin ve asıl biletle değiştirin ki içeriye girerken, optik okuyucudan rahat geçin. Ayrıca, 4-D (4 boyutlu) filmi de izlemenizi öneririm. Akvaryumda albino timsahtan, kocaman silindir şeklindeki akvaryumun içinde belki yüzlerce balık çeşidine kadar, görmek keyifliydi.
Bu güneyin havası bir başka. Bir süredir New York’tayım ve bütün öğünlerimi karton kutular içinde salata gibi şeylerle geçiştiriyordum. Oysa burada bir İtalyan Restaurant’ı buldum ismi Mercato, üstelik canlı jazz müziği de vardı. İlk gün dolaşırken keşfetmiştim ve ertesi gün gittim. Kırmızı şarap ve onların önerdikleri bir makarnayla kendimi ödüllendirdim.
Sepet örgüsü pek meşhur, gül bile yapıyorlar.
Kolonyal döneme ait çalışan tek saat de burada bulunuyormuş.
Fotoğraf gezisi ise başlı başına güzeldi. İnternetten araştırarak bulduğum Charleston History Photo Tour’u, Joyce isimli tatlı bir hanım düzenliyor. İki saatlik gezide grup olarak yaklaşık 10 kişi vardık. Zevkli bir tur oldu sadece hava çok sıcak ve nemliydi. Bahşişle birlikte 25 USD’ye harika bir gezi ile şehir hakkında fikir edinebilir ve fotoğraf çekebilirsiniz. Hava sıcak, nemli, güneş tepedeydi. Fakat, Joyce’un enerjisi hiç tükenmedi, kendisine buradan tekrar teşekkürler.
İsterseniz fayton kiralayabilirsiniz, ben yapmadım. Denize gitmedim. Zaten sürem az, deniz şansım Türkiye’ye dönünce her zaman var diye düşündüm. Charleston deyince hatırımda kalan diğer detay sallanan sandalye. Evlerde de var, hava alanında da.
Bir tam günden oluşan gezinin notları işte böyle, sözü uzatmadan balla kesiyorum.
Sevgiyle,
Armağan Portakal
Not: Bazı fotoğrafların bulanık olmasının nedeni cep telefonuyla çekmiş olmamdan kaynaklanıyor. Akvaryum gibi.
21-06-2012
Leave a Reply