1 Günde Şirince

1024 1024 Armağan Portakal

Üç aile. İki çocuk. Toplam dokuz kişi. İki ay önceden planlandı. Ajandalara yazıldı. Rezervasyon yapıldı.

İstikamet: Şirince

Hani yıllar önce, kıyamet kopacaktı da, sadece Şirince’de bulunanlar kıyametten kurtulacaktı ya! İşte o hikayenin geçtiği belde. İzmir’in küçük bir kasabası. Selçuk’a çok yakın. Biraz tepede. Evler, binalar bilenler için Safranbolu’yu andırıyor. Niye ille de benzetme ihtiyacı duyuyorum anlamadım. Kendisi eşsiz, biricik bir yer oysa.

Biz yirmi dört saatlik zaman dilimine ne mi sığdırdık?

Nefis bir butik otel, harika bir cafe mekanı, unutulmaz bir akşam yemeği, dostların doğaçlama gitar ve klarnet performansları, sıcak sohbet… Arkadaşımızın Çin asıllı Amerikalı ortağından kendi elleriyle hazırladığı, tadı damağımızda kalacak orijinal bir ‘noodle’ ziyafeti! Hep hatıralarda yerini koruyacak.

Güllü Konakları

Şirince’ye girin. Neredeyse yolun sonuna kadar devam edin çarşı içinden geçerek. Bir otopark var. Arabanızı bırakın, ilerde solda büyük kapısını göreceksiniz. Avlu içinde. Alçak binalar. Tepeye doğru konaklama mekanları, restoran… Ağaçlar, yeşillik, gökyüzü, manzara, çatılar, kiremitler, bacalar… Zaman bir yerlerde durmuş, kalmış gibi.

Konak kısmındaki odalarda kaldık. Önümüzde teras vardı. Hakim bir manzara, ova ayaklar altında. Yer gök zeytin ağacı. En çok banyoyu sevdim. En az oda kadar büyük. Ayaklı bir küvet var. Böyle küvetlere bayılmam (Banyoyu sevmem bu yüzden değil). Geniş ayaklı bir lavabo. Ufak bir dresuar. Galvaniz malzeme gibi havlu tasları, sabunluklar, diş fırça bardakları… Duş bölümü ve wc bölümü ayrı bölme olarak iyi düşünülmüş. Minimal bir tarz ve hepsi güzel. Beni etkileyen ise ambiansı oldu. Yerler renkli eski karolar. Duvarlar yarıya kadar mermer. İçerisi hem kalorifer nedeniyle sıcak ama mermerin serin etkisi de var. Loş ışıklar. Sanki antik bir şehrin banyosundayım gibi hissettim. Bu cins mermer ve dekorasyon, hep aynı hissi verir bana. Çok sevdim. (Güllü Konakları, www.marti.com.tr/gullukonak/tr)

Üzüm Cafe

Sahipleri 90’lı yıllarda, İstanbul’dan ayrılmış bir güzel aile. Şirince’nin bilinmediği zamanlar. Köyde bir ahır binası alırlar. Bina dediysem yıkıldı, yıkılacak durumda. Kolları sıvarlar. O bitik durumdan, şahane bir mekana dönüştürmeyi başarırlar. Şahane dediysem, sadece binasını kastetmiyorum. Ruhunu özellikle vurgulamalıyım. Zarafet ve nezaket dolu bir karı koca ve oğulları. Lezzetli yiyecekler. Yerel şaraplar. İster bahçede otur, ister ikinci katta koltuklara yayıl, pencereden bakarken hayatı sorgula. Nerdeyim, nereye gidiyorum, kendi isteğim mi diye. Çok şükür ben o soruları soralı ve cevaplandıralı oldu epey. Sahibesinin anlatırken “asıl iş vazgeçebilmekte” demesiyle buluştuk zaten. (Üzüm Cafe, www.uzumcafe.com)

Şirince Genel Olarak Ne Kadar Şirin?

Bu soruyu sormadan yazımı bitirmeyeceğim. Gözünüzü kapatıp, nokta atışlı varmak istediğiniz lokasyona gidecekseniz, çok şirin. Fakat çarşıyı dolaşayım ay ne güzel diyecekseniz, pek keyif alacağınızı sanmam. Her mekan önünde, kendini kibar zanneden çığırtkanlar var. “İçerde 26 çeşit köy kahvaltısı”, “İçeri girin terasımız var”, “Gelin şarap tadın” diye neden yoldan geçeni çevirmeye çalışırlar anlamadım. Aklı başında yerli ya da yabancı turistleri böyle mi ikna edecekler onu hiç anlamadım! Bir iticilik hasıl olmuş, velhasıl.

Şirince’yi bu süre içinde bir gözüm gördü, bir gözüm görmedi. Tarihsel zenginliği, önemi, efsaneleri çok. Siz gider de uzun kalırsanız daha çok şey öğrenebilir ve yaşayabilirsiniz.

Şirince ve saygınca kalın,

Armağan

Mart 2018

 

Leave a Reply

Your email address will not be published.