Mezopotamya’da olmak! Başka bir his! Sanki, tek kelimeyle anlatabilmek. Ama yazacağım…
“Hangisini yaparsan yap, aşk ile ya da muhtaçlık ile yap!” Öyle dedi masalcı! Biz de masala girdik, 2 gece 3 gün, kendi dağarcığımız kadar aldık Mardin’den. Gözümüz kadar gördük, merakımız kadar duyduk, kokladıkça anılar birikti.
Bilgi ararsan herşey internette var. Duygu ararsan, oku!
Kasimiye Medresesi
İlk durağımızın bu kadar anlamlı olması beni benden aldı. Bir çeşme var. Bir yapı demek daha doğru olur. Çeşmenin bir hikayesi de var. İnsanın fiziksel evrelerini anlatıyor. Doğum duvardaki delikten akan suyla başlıyor. Aktığı yassı hazneler sırasıyla bebeklik ve çocukluk. Uzun bir yol gençlikten akıyor. Daracık yaşlılık yoluna devam ediyor ve sonu geniş büyük bir havuza açılıyor: Mahşer! Buradan tekrar toprağa karışarak döngü devam ediyor. Beni en çok etkileyen ise mahşeri simgeleyen havuzun suyunda hiç bir kıpırtı olmamasıydı. Sanki yoğun kıvamlı bir sihir gibi. Yaşanmış ve durgun.
Deyrulzafaran Manastırı
Süryani manastırı, hem tarih, hem yapı güzelliği, hem yaşam, hem din açısından önemli. İsmini ‘safran’ bitkisinden alıyor. Altında çağlar öncesinden ‘Güneş Tapınağı’ var. Sırayla ve gruplar halinde ziyarete alıyorlar, cemaatlerinin görevlendirdiği gençler anlatıyor. Tarihe, yaşama tanıklık etmiş ve içinde hala yaşamın varolduğu bu kutsal yapıları gezmenin bir adabı olur! Amaç sadece fotoğraf çekilmek olmamalı! Kabul edelim hepimiz bir karenin peşindeyiz. Ama bunu hunharca yaparsak yürüyen kalabalık yığınlara dönüşüyoruz. İlgisiz, meraksız, bencil yığınlar. Alttaki resim bilgi aktarmak için bizleri sessizliğe davet eden kibar görevli kıza ait. Yüzünde sabrın izlerini göreceksiniz. Duyamadığınız ise bir kadın ziyaretçinin daha binaya girmeden arkadaşına söyledikleridir “yardıra yardıra şuradan kaçarız” sözleri ortama, maneviyata, saygı sınırlarına yakışmadı. Diğer resim manastır altındaki Güneş Tapınağı’nda bendeniz. Pusuladan baktım o ufak pencere tam doğuya bakıyor.
Mor Gabriel Manastırı
397 yılından uzanan muhteşem bir manastır. Avlu duvarlarının ortasındaki cümle kapısından girince çok büyük bir bahçeye adım atıyorsunuz. İki yanı yüksek çam ağaçlarıyla yürüdüğünüz yolda maneviyatınız doğanın ritmi ile yükseliyor. Hangi dinden olduğunuzun bir önemi yok. Yollar hep aynı kaynak enerjiye açılıyor nasılsa. Bizi genç bir erkek öğrenci dolaştırdı ve anlattı. Epey büyük bir yapı kompleksinin küçük ama önemli bir bölümünü dolaştırıyorlar. Her yer açık değil, çünkü içinde yaşıyorlar, çalışıyorlar, ibadet ediyorlar, bu nedenle mahremiyet açısından belli bölümler ziyarete açık. Mezar odalarını ziyaret ettik. Metropolitin mezar toprağına dokunduk. Ziyaret saatinin sonu yaklaşıyordu, biraz telaş vardı. Mezar odasında bile seksi selfi pozları verenlere şahit olduk! Ayıptır!
Dara Antik Kenti
Burası nekropol (mezarlık) alanı. Vaktiyle taş ocağı olarak kullandıkları yerleri mezar odaları olarak değerlendirmiş antik dönemin halkları. MÖ 3.yüzyıldan itibaren stratejik konumu nedeniyle çeşitli medeniyetlerin kontrolu altına girmiş. 12. yüzyılda Mardin Artuklu Beyliği tarafından alınan kent, 14. yüzyıl itibariyle önemini yitirmiş ve terkedilmiş. 30m derinliğinde görkemli sarnıçları, agora caddesi, vaftiz teknesi, şimdi kurumuş bir dere yatağı üzerindeki köprü kalıntısı, taşların altın rengi ve iki yanı zeytin ağaçlı yolu ile etkileyici bir yer. Antik kentlere meraklıysanız benim gibi, bayılırsınız.
Midyat
Bana sorarsanız Midyat’ın en güzel yanı O’na gitmek. Mezopotamyanın içinde yol almak. Sağında solunda uzanan sonsuz ufuk çizgisinin izini kaybetmek. Bence esas bu duygu sizi yükseltiyor, öyle varıyorsunuz. Son yıllarda TV dizilerinin burada çekilmesi nedeniyle şehir aşırı popüler olmuş. Her sokaktan, her avlu kapısından bir dizi film kahramanı çıkacak sanki. Burada Süryani şarabı bulabilirsiniz. Gümüş telkari dükkanlarında kendinizi kaybedebilirsiniz. Konuk Evi teraslarında şehri tepeden 360′ izleyebilirsiniz. Hatta canınız pizza çekerse doğru yerdesiniz. Mardin’in pizzasıyla ünlü Kafro köyüne araçla gidebilirsiniz. Vaktiyle terkedilmiş köyün sakinleri yıllar sonra dönmüşler. Dönerken Avrupa’da kazandıkları deneyimlerle pizza dükkanları açmışlar. Köy, yeniden yapılanıyor gibi. Büyük evler, geniş yollar yapılıyor. Aheste bir yaşam. Ben en çok ama en çok pizzacıdan 50m yürüyüp Mezopotamya ovasına ulaşmayı sevdim. Deniz kenarı adeta. Sonsuz ufuk çizgisi, ağaçlar, sessizlik. Ruhuma nasıl iyi geldi anlatamam.
Mardin Müzesi
Mardin’in bir caddesi var. Tek yön. Çarşı da o caddenin sağında solunda gelişmiş. Hareketli, neşeli, canlı, kendi renginde bir hal! Seversiniz. Caddeyi kesen sokaklar merdivenli, aşağıya veya yukarıya yönde. Zaten burası yamaçta ve “eski Mardin” veya “yukarı” diye geçiyor. “Yeni” Mardin aşağıda ve toki eli değmiş gibi her yer apartman, bir hususiyeti yok, öyle beton yani. Neyse, esas Mardin’de ister cadde boyunca dükkanlara gire çıka ilerleyin, ister abbaralara gidin, ister aşağıya veya yukarıya yürüyün, sizi bir güzellik karşılar. Bu Mardinli çocukların şiirleri de olabilir (çok tatlılar ve okul harçlığı için söylüyorlar), gün batımında şehrin büründüğü kızıllık da olabilir, sokak arasından sisli deniz gibi görünen Mezopotamya olabilir (-ki yazar Buket Uzuner buraya Mezopotamya Denizi der, Ateş kitabında), Picasso sergisi de olabilir. Gittiğimiz tarihlerde Kültür Festivali başlıyordu. Çeşitli sergiler, etkinlikler vardı. Mardin Müzesi, girişte Asur medeniyeti kabartmalarıyla karşılayıp, telkari sanatçısının süreli sergisiyle uğurladı.
Başka Neler Yapılabilir!
Mardin, tarihi, kültürü ve coğrafyasıyla özel bir kent. Turist olarak geldiyseniz sizi kucaklayan bir havası var. Daimi kalacaksanız onu bilemem, yaşamak lazım. Her şehir canlı organizma gibidir, uyum sağlamak zaman alabilir. Mardin turizminde öncülerden Cerciş Murat Konağı‘nda yemek yenebilir. (rezervasyon şart). Çarşılarda bakırcı ustaları ziyaret edilebilir, hatta karşınıza bir masalcı bile çıkabilir! Olgunlaşma enstitüsü ziyaret edilebilir. Hem bina olarak hem de el sanatları olarak çok güzel ve kültür hazinesi. Ulucami’yi görmeden gelmeyin. Minaresi her yerden görüldüğü gibi müthiş bir mimari yapı. Leylan kitap&kafe ziyaret edilebilir. Hem Kürtçe hem Türkçe pek çok eser var. Kafesi, terasında barıyla yıllardır kültüre adanmış bir kitapçı. Bir günümüz daha olsaydı mutlaka akşam terasta oturmak isterdik Banu ile. Mardin’den süryani nazarlığı almadan, Harire tatlısı yemeden, mavi badem şekeri tatmadan dönmeyin.
Mezopotamya!
İki nehir arası demek. Fırat ve Dicle’nin suyuyla çağlar boyu, dünyanın ‘bereketli hilal’i. Kültürlerin beşiği. Hep gözde, hep göz önünde.
Yemekleri, gün batımları, midyecileri, neşeli çocukları ile Mardin’i çok sevdim. Diğer yandan, ilk gidişim olmasına rağmen mukayese şansım yok ama hormonlu bir büyüme hissettim. Dizileriden gelen popülerlik mi, aşırı kalabalık mı, eski Mardin girişine yapılan AVM mi, yoksa hepsi mi? Kızılderililerin bir sözünü anımsatıyor “ruh geride kaldı, beden çok hızlı gitti, beklemek lazım“.Ey güzel Mardin,seni yormasınlar…
2 Kadın Anadoluda ruhu, Tourjuva konforu
9 sene oldu Banu ile yola çıkalı. Pek çok şehir, pek çok anı. Anadolu’nun hayran bırakan özelliği, güzelliği ve derinliği. Bu gezilerimizi artık Tourjuva konforuyla 2 Kadın Anadoluda yaparken 15 Kadın olmak da cabası. Şimdi değilse ne zaman diyerek yollarda buluşalım.
Sevgiyle,
Armağan
Ekim 2025














Leave a Reply