Montenegro gezimizin ilk durağı Budva, ikinci durağı Kotor oldu. Harika, harika, harika diyerek yürüyordum. O dağlar, dağların arasında uzanan deniz. O denizin rengi. O kale. Kale içindeki binalar, yaşam… Ba-yıl-dım. Budva ne kadar popüler ve sıradansa, Kotor o kadar kendine has ve büyüleyici. Unesco Dünya Tarihi Miras listesinde yer alan kent ufacık. O ufacık kente ilk ve sonbaharda gitmek en iyisi. Yazın turist kalabalığı ezici olabilir. Diğer yandan insan gıptayla bakıyor, sıra sıra gelen büyük yolcu gemilerine. Bizim ülkemize artık uğramayan cruise turlarına.
Kale dışında pazar yeri var. Fatih tezgahlardan böğürtlen satın aldı, meyveleri atıştırarak kapıdan geçtik. Burası gönlümü okşadı. Ne varsa eskilerde var diyeceğim geliyor. Kilisenin çan sesleri eşliğinde dolaşmaya başladık. Yine Türk esnaf ile karşılaştık. Yine, ülkemizdeki turizmin gerilemesi nedeniyle, arayış içinde dükkanını buralara getirmiş, yeni bir ülkede, en iyi bildiği işi yaparak ayakta kalmaya çalışıyorlar. Kolay mı, başka bir sisteme hem de yabancı sıfatıyla adapte olmak! Hepsine bereketli günler dilerim tekrar.
Kotor’un ikonik simgesi katedral ve bu iki kulesi. Fotoğrafını çekmeyen yok, kulelerle selfie yapmayan da.
Antik kale kentin içi güzel dükkanlar, cafelerle dolu. Galiba en çok cafe kültürünü seviyorum. Kahveyi sevdiğimden desem değil, ortamı güzel oluyor. Başka bir dinamik var cafelerde. Tarz da denebilir ve bu çok hoşuma gidiyor. Birinden kalkıp, diğerine oturabilir, her birinde kahve içebilir ve böyle devam edebilirim sıkılmadan.
Sokaklarda dolaşmaya devam ettik biz üç kafadar. Arkadaşlığımız 20 yıla dayanıyor. Pınar (Serhan’ın karısı) keşke sen de olsaydın. Biz eskilerden, yenilerden, hayallerden konuştuk bol bol. Dedikodu yaptık, güldük, hüzünlendik, yedik, içtik, az gittik, uz gittik. Ülke küçük ama bütün gün araba kullanınca, küçük büyük farketmiyor değil mi Serhan 🙂 Yorgunluk aynı yorgunluk. Günün sonunda kilometre epey artmış oluyordu.
İlkokul kitaplarında “erkeğin okumuşu kadı, kadının okumuşu cadı olur” yazıyormuş. İnsanın inanası gelmese de, insanlar buna inansın diye eğitim veriyorlar. Buyrun size bir zihni sinir karmaşa! Üzülmeyin, burada bütün cadılar toplanmış, olaya el atacaklar dünya çapında hem de. Süpürgelerimizi parkettik, konuyu ele alıyoruz.
Güzel bir tasarım dükkanı bulduk. Basit malzemelerle, hoş hediyelikler üretiyor. Keyifli bir dükkan Sumka Souvenir Shop…
Dar yollardan geçerken Fatih gösterdi. Zaten algıları açık, gözleri keskindir kocamın. Dar sokakta, dik bir merdivenin sonunda sahanlıkta yaşlı bir kadın oturuyordu. Geçtim, sonra geri döndüm. Aşağıdan el salladım. O da salladı. Telefonumu gösterdim ve vücut diliyle fotoğraf çekmek istediğimi anlattım. Eliyle tamam dedi. Bir birimize el salladık. Öpücük attık. Ellerimizi kalbimize götürüp selamlaştık. Tekrar el salladık ayrılmak üzere. Tam dönüyordum. Dirseklerini bacaklarına dayadı ve başını elleri arasına aldı. Sonra gözlerini sildi. Gitsem mi, kalsam mı şaşırdım. Rahatsız etmek istemedim. Kimbilir içinde neler harekete geçti…
Her açıdan hakim olan dağ manzarası, çan sesleri, taş duvarlar, cafeler, dükkanlar… Biz Kotor’dan geçtik, Kotor bizim içimizde kaldı. Dramatik görüntüsü, denizin gizemli derin rengi ve eylül ayının sakinliği birleşti, unutulmaz oldu. Gördüğüm yerlere nadiren tekrar gitmek isterim. Kotor bu kentlerden biri.
Montenegro gezimizin ikinci durak yazısının da sonuna gelmiş bulunuyorum. Sevgiyle kalın, Kotor videomu izlemeyi unutmayın. Bakınız aşağıda 🙂
Sevgiyle,
Armağan
Eylül 2017
Hatice Saraç
Keyfiniz nol olsun. Geçen yıl aynı yerleri gezdik ben de çok beğendim.Sevgilerle