Şanlıurfa, bir hazine sandığı! Nereye dokunsan yeni bir keşif, nereyi kazsan tarihe yolculuk… 1940’larda gecekondulaşmaya maruz kalan Kale Eteği ve Kızılkoyun mağaralarında 2300 yıllık mezar odaları, mozaikler ortaya çıktı. Biz 2 Kadın Anadoluda olarak hem Kızılkoyun Nekropolünü dolaştık, hem de özel izinle Kale Eteği Mezar Nekropolünde Süryani Aile Mezar Odalarındaki orijinal mozaikleri görme şansına sahip olduk. Kazıda görev yapan Sanat Tarihçi İbrahim Sarısu‘ya verdiği bilgiler ve Raya Turizm‘e bu organizasyonu gerçekleştirdiği için teşekkür ederek başlıyorum. Dolu dolu bir ziyarete dönüştürdüler. Ayrıca, burada yürüme yolları ve ziyaret parkurunun yapılmasında, ışıklandırılmasında emekleri çok. Duyarlı bilim insanı ve turizmci olarak İbrahim ve Rahime yerel yönetime fikirlerini ileterek gerçekleşmesini sağlamışlar.
Çok bilgi var, azami dikkat ve özenle, doğru şekilde sentezleyip aktarmaya çalıştım. Semboller, figürler, simgeler, mitlerle, tarihe yolculuğa hazır mısınız? Baştan söylüyorum, uzun bir yazı olacak! (Video da hazırladım, yazımın sonuna ekledim.)
Milattan önce 3. yüzyıldan, milattan sonra 5. yüzyıla kadar yayılan bir zamanın izleri var burada. 2013 ile 2017 yılları arasında aralıksız yapılan arkeolojik kazılarla ortaya çıkan Kale Eteği ve Kızılkoyun Nekrolopü yani mezarlıklar. Yüze yakın mezar odası ortaya çıkarmışlar. Aslında sayı daha fazla çünkü bazıları tek girişli olsa bile içinde birden fazla oda barındırıyor. Freskler, mozaikler, klineler, taş kapılar ve gözyaşı şişesi, kandil gibi binlerce buluntu. Gezi platosunda yürüyerek ziyarete açık olan mezar odalarını dolaşabilirsiniz. Arkeoloji müzesinde de buluntuları görebilirsiniz.
Şehir merkezinde gördüğümüz mağaraların olduğu tepe burası, en kolay böyle anlatabilirim. Urfa kalesinin kuzey batısından güney doğusuna devam eden 300 dönümlük devasa alan. Burası bir nekropol yani mezarlık. Dolayısıyla yaşam ile ilgili belirti yok. Antik dönem halklarının ölülerine gösterdikleri saygı, ritüel, hürmetin izleri var. Hatta günümüze ulaşan geleneklerimizin ilk izleri!
Göbeklitepe ve Karahantepe ile daha çok anılmaya başlayan Şanlıurfa, aslında bir tarih hazinesi. Çünkü şehrin merkezinde bile nereyi kazsanız altından en az 5bin yıllık eserler çıkıyor. Neolitik dönemden başlayıp, Asurlulara, Romalılara kadar kesintisiz bir yaşam var, kesintisiz bir kültür aktarımı olmuş. Paganlardan, erken hristiyan döneme, İslamiyete kadar geniş bir yelpaze burası.
Ve örflerin harmonisi. Bugün devam eden geleneklerimizin başlangıç hikayeleri burada.
Gecekondulaşma Tahrip Etmiş
1940’larda başlayan gecekondulaşma bu bölgenin hızla tahrip olmasına yol açmış. 2013’e kadar devam eden bu yoz yapılaşma, 2014 arkeolojik kazılarla beraber sona ermiş ve tarih gün yüzüne çıkmaya başlamış. Başlamış diyorum çünkü 300 dönümlük bölgenin henüz ufak bir bölümü ortaya çıkarılmış.
Kızılkoyun Nekropolü, Tavus Kuşu, Kentauros
Antik ismiyle Bardaisan. Orijinali Arkeoloji Müzesinde olan mozaiklerin replikasını göreceksiniz. M.S. 2-3.yüz yıla ait. Bir aile mezar odasının tabanında bulunmuş. Şehrin surları dışındaki ilk nekropol alanı olma özelliğini taşıyor. Ana kaya yerinde oyularak yapılmış. Kireçtaşı kolay işlenen bir malzeme olduğu için belki de mezar odaları birer sanat eseri gibi işlenmiş, desenler, freskler, mozaiklerle donatılmış.
Semboller önemli. Mezar odasının üst tarafında Tavus Kuşu rölyefi var. Dinler tarihinde, mitolojide, bu bölgedeki Zerdüşt inancında, Romalı’larda Cennet Kuşu olarak anlamlandırılıyor. Sık sık tekrarlanan bir bezeme. Kültürlerin akışına bir örnek!
Bedenin üstü insan, ayakları at, kuyruğu balık olan bir figür var. (Çok iyi çekemediğim için fotoğraf koymadım. Giderseniz siz inceleyin yerinde) Bu figür, gökyüzü (Atlas), yeryüzü (Hera) ve yeraltı (Okeanos) tanrılarına gönderme yaparak, tüm güçleri üzerinde taşıdığını düşünen birine ait mezarı anlatıyor. Belki bir kral ne dersiniz?
Mezar Şöleni (Taziye Yemekleri)
Mezar odalarının girişinde açılıp kapanabilen kapılar var. 4-5 ton ağırlığında döner taş şeklinde. Kapıları yapmalarının nedeni önemli günlerde ölülerini ziyaret etmeleri, anmaları, yemekler hazırlamaları, kalabalık insanlarla belki tanıyanlar ve sevenleriyle yad etmeleri. O nedenle mezar odası girişlerinde birer antre gibi bölüm kurgulamışlar.
Kutsal Üçleme, İstiridye Figürü
Yürüme parkuru sonunda bilinçli olarak üçlü bir mimari ile Kutsal Üçleme’ye atıfta bulunulan mezar odası kompleksi var. Üç mezar odasının da girişinde üçgen alınlık var. Soldaki oda girişinde sütunları taşıyan bu üçgen portalda semboller var. Biz bakınca anlamadığımız figürler, sanat tarihçi bir uzman yanınızdaysa derin anlamlara, tarihte yolculuğu neden oluyor. Birer tane insan rölyefi var. Bir tanesi kadın (Meryem olduğu varsayılıyor), diğeri erkek (Vaftizci Yahya olduğu varsayılıyor) figürü var. Ortalarında da büyükçe bir istiridye kabuğu rölyefi duruyor. İstiridye, hristiyanlıkta Hz. İsa’yı temsil ediyormuş. Böylece Hristiyanlıktaki ‘kutsal üçleme’ kavramı burada karşımıza çıkıyor.
İncinin hristiyanlıkta ve sanat tarihinde önemli olduğunu öğreniyoruz. Denizlerin derinliklerinde oluşan incinin, İsa’nın doğumuna benzetildiği, her ikisinin de tanrı tarafından mucizevi şekilde yaratıldığına inancın simgesi. Bu alan erken hristiyanlık dönemi eserlerle dolu olduğu için kutsal üçleme vurgusu karşımıza çıkıyor.
X ve P Harfleri
Kutsal Üçlemenin olduğu komplekste başka bir giriş. Dikkatle bakınca üzerinde X ve P harflerini, çevresini saran urganın ikili düğümünü görebiliyoruz. Önce harflerle başlayalım. X P harfleri erken hristiyanlıkta İsa’nın çarmıha geriliş biçimini simgeliyor. En eski ve doğru olan haç şeklinin bu olduğu varsayılıyor. Çünkü, Romalıların cezalandırma yöntemi olarak biliniyor. Çarmıh değil de yüksek bir platforma kazık dikip, ona bağlayarak insanı sabitleme ve elleriyle ayaklarını çekerek gerdirme. Yazarken içim titredi gerçekten. Zamanla sembole dönüyor, X ve P harfleri doğuyor. Grekçede chi (X) ve who (P) harflerinin bir araya gelmesiyle de Christos ve sonunda İsa isminin türediğini öğreniyoruz.
Çevresindeki madalyonda iki düğüm var. İlki İsa’nın Tanrı’ya olan güveni, ikincisi ise Tanrı’nın İsa’ya güvenini temsil ediyor. Eğer, İsa güvenini kaybederse, ikinci düğüm de açılacak ve koruma kalkanı ortadan kalkacak, tüm acılarla mücadele etmek zorunda olacak. Ancak düğüm sağlamdır ve her zaman tanrının koruması altında kalır.
Madalyon Figürü
X ve P harflerinin olduğu simge madalyondur ve günümüze kadar gelen bir gelenektir. Önemli başarıyı ödüllendirmede, onurlandırmada, öğrenciyi takdir ettiğimiz kurdelada kullandığımız madalyon, kutlamalarda çelenk gibi araçların ilhamı buradan geliyor. Kesintisiz kültür akışı diye bahsetmiştim yazımın başında. Bunun gibi daha çok ritüel var günümüze ulaşan.
Kavuşma Gecesi ya da Son Akşam Yemeği Geleneği
Ölen kişinin son akşam yemeğinde bir araya geliyorlar ve bunu kayıt altına almak için, mozaiklerle resmediyorlar. Bir arada yenen son yemeğin kutsallığına atıf yapmak ve sonsuza uğurlamak için bu gelenek var. Genellikle nekropollerde kısmî buluntu olurmuş ama burada ana kaya üzerinde ve toprak altında 4 adet ocak, külleri, seramikler ortaya çıkmış. Koruma altında tutuluyorlar. Pişen yemeklerin, bir kaç paragraf önce anlattığım ön odada (antre gibi olan) festival gibi yendiği düşünülüyor. Taziye Yemeği geleneğinin 2300 sene önce burada başladığı düşünülüyor. Alışkın olduğumuz bir gelenek bu. Hatta yakın tarihe kadar Şanlıurfa halkı da günlerce haftalarca taziye ‘kutlaması’ yaparmış. Ölen kişinin ardından hep iyilikler, övgüler anlatılırmış. Anılırmış.
Sonsuzluk Evi
Antik dönem insanlarının “Sonsuzluk ya da Ebediyet Evi” dediğini öğrendik. Çünkü, ölümden sonra esas yaşamın olduğuna inandıkları düşünülüyor.
3 Boyutlu Rölyeften İzler
Rölyefin kaidesi, yeri belli. Arkeologlar rölyefler üzerine betimleme sınırlarını çizmiş. Freskler organik maddeler olduğu için yok olmuş zamanla. Yani nasıl renklendirdiler, nasıl çizdiler bilemiyoruz ama gözümüzde canlandırabiliyoruz. Sakallı ve başında kavuk olan bir erkek, sedire uzanmış. Hasta olduğu belli. Ayaktaki kadın elinde yiyecekle geliyor. Arkasında yine yaşlı bir kadın mahçup duruyor. Çünkü hayattayken yiyeceği son lokmaya şahit oluyor. Sırtı dönük bir genç var. Babasına baktığı tahmin ediliyor. Bu rölyef yerel ve sadece buraya özgü. Aşağıdaki resimi büyüterek bakarsanız, göreceksiniz!
Kale Eteği Nekrolopü
2 Kadın Anadoluda olarak Banu ve ben özel izinle girdik Kale Eteği mezar odalarına. Bu güzellikleri gördüğümüz için şükrediyorum. Hem kilit altında, hem de kameralarla korunuyor. Ziyarete henüz açık değil, çalışmalar yapılıyor ama bilim insanı iseniz, araştırma yapıyorsanız izinleri alarak inceleme yapabilirsiniz diye not düşeyim. Tümüyle orijinal mozaiklere baktığım için heyecanlıyım. Antik Süryanice dilinde yazıtları olan portre mozaikler yapılmış mezar odası tabanına. Buraların çok değil daha bir kaç yıl öncesine kadar gecekondu olduğunu, yağmur çamurla dolu olduğunu falan düşününce insanın içi titriyor. Çamurla dolu olması aslında doğal olarak korumuş bu mezar odalarını. Kapısına kadar ağzına kadar toprakla dolu bir yerde gecekondu da olsa yaşamak mümkün olmadığı için.
2300 yıllık eser. Pagan bir ailenin mozaikleri. Tamamiyle orijinal. Yüzdeki ifadeye bakar mısınız? Sıcacık, yumuşacık. Duygulu, anlayışlı bir ifade sanki… Biraz heyecanlı ama korkusuz, meraklı içten içe… Ölüm korkutmuyor, hazırım esas yaşam için der gibi… Ah antik tarihin bu yanı ne muhteşem. Binlerce yıl öteden duygu alışverişi yapabilmek!
Başka bir mezar odasına yöneliyoruz Kale Eteği Nokropolünde. Merdivenli dar bir girişle iniliyor. Tabanı mozaik, duvarları freskli. Ancak, freskler yine organik maddeler olduğu için zamanımıza pek ulaşmamış, doğal olarak bozulmuş, yok olmuş. 2015 senesinde sıcak bir temmuz günü günü keşfedilmiş. Arkeolojik kazı alanını genişlettikleri günlerde. Zamanla çamur ve toprak ile dolmuş. Doğal koruma nedeniyle mozaikler zarar görmemiş. Kazı çalışmasını yaparken mozaik parçalarına denk gelmişler. Bu motivasyonlarını artırmış. Merdivenli bölümde Bizans dönemi ok ucu bulmuşlar. Göz yaşı şişeleri, kandiller bulunmuş. Tabana ulaştıklarında mozaiklerin tabanı kapladığını anlamışlar. Akabinde hemen kayıt ve koruma çalışmalarına başlamışlar. Süryani Pagan ailelerine ait ve 2300 yıllık olduğu düşünülüyor.
İlk Gören Ekipte İbrahim Sarısu Var
Bu bilgileri yerinde ziyaret ederek bize aktaran değerli sanat tarihçi İbrahim Sarısu, soğukkanlı ve tevazu içinde anlattı süreçleri. Bu mezar odasının mozaik tabanını ilk görenlerden biri olduğunu. Bu büyük keşif ekibinin içindeydi, heyecan duymuyor muydu? Kafamda bu sorular vardı ve sordum. Anladım ki, heyecanı içlerine gömüyorlar ve koruma içgüdüsü devreye giriyor. Sorumluluk! Bir an önce kayda geçirmek, bir an önce müze yetkilileri ile prosedürü tamamlamak, bir an önce sağ salim eserleri teslim etmek bilim insanları için çok öncelikli. Onlar sorumlulukla çalışıp ortaya çıkarıyorlar hatta stresle mücadele ederek. Heyecanını bize emanet ediyorlar. Çok teşekkür ederiz, tarihi gün yüzüne çıkaran değerli bilim insanlarına, ekiplerine…
Bu mozaiklerde şu yazıyor: “Akesantos bu kabri, kendisi, çocukları ve tüm varisleri için yaptı. 55”
Bağlar, gelenekler, ritüeller… Kesintisiz kültür aktarımı, kesintisiz yaşamlar… İzler, simgeler, semboller… Görecek, kavrayacak, belki bugünümüzü anlamlandıracak çok kayıt var eski yaşamlardan. Teşekkürler tarihe ışık tutan bilim insanları… İyi ki varsınız…
Armağan
24 Aralık 2022
(Gezimiz 30 Kasım/3 Aralık 2022)
Karahantepe gezimizde destek olanlar:
Turizm şirketi: @rayaturizm
Bilim insanı: @ibrahimsarisuu
Ve biz:
2 Kadın Anadoluda: @2kadinanadoluda
Banu Tozluyurt: @banutozluyurt
Leave a Reply