Planım farklıydı, Esas Fotoğraf Topluluğum ile buluşarak fotoğraf çekecektim. Bu hafta karı-koca ikimiz de yoğunduk ve birbirimize zaman ayıramadık diye ben grubu ektim. Aslında ekmedim “gelmiyorum” diye haber verdim.
Fatih, daha önce arkadaşlarıyla Rumeli Kavağı’nda kalkan balığı yemeğe gitmişti ve tadı damağında kalmıştı. Hal böyle olunca ve hava ilham verecek kadar muhteşemken, direksiyonu oraya kırdık. Önce bir gevrek alıp, üçgen peynir eşliğinde deniz kenarındaki çay bahçesinde çayımızı yudumladık. Sonra ben, sırt çantamı ve fotoğraf makinemi kuşandım, yollara düştüm.
İtiraf edeyim, Rumeli Kavağı’na vardığımızda önce pek keyif almadım. Hani ilk görüşte aşk gibi olmadı. Yeni bir yere gidince gönlümün sesini dinlediğimi hep anlatırım ya, bugüne kadar hiç yalan yanlış bir şey söylemedi. Denizi sağımda tutarak biraz dolaştım, baktım havaya giremedim, bir şeyler eksik içimde, doğru yokuş yukarı sarmaya başladım. Hem yaya, hem de araba kullanırken yokuşlar beni kilitler. Hatta o kadar ki hareket edemem, ağladığım çok olmuştur. Elim ayağım titrer, ter boşanır. Lakin bu fobimi az çok yendim. Çaresizlik insana öğretiyor. 4-5 yıl önce Nişantaşı’nda bir adres ararken, arka sokaklarında kayboldum. Dantel gibi kıvrımlı, yokuşlu dar bir sokağa girdim ve “çıkmaz sokak” olduğunu anladım. Arabayı manevrayla geri döndürecek yer yoktu. Sokak hem dar, hem dönemeçliydi. Orada arabayı bırakamayacağıma göre halletmem gerekiyordu. Kan ter içinde, milim milim o yolu geri vitesle çıktıktan sonra bana her şey vız gelmeye başladı. İşte bunun gibi örnekleri hatırlayınca, insan gerçekten isterse yapabilir diye düşünürüm.
Rumeli Kavağı’na tekrar döneyim. Başladım yokuş yukarı tırmanmaya. Maksat en tepeden köyü ve denizi birlikte gören güzel bir açı yakalamak. Yani tüm gayretim size iyi bir kare gösterebilmek. En tepeye vardım ama hayalimdeki kadar olmadı. Çünkü, yol bitti, patika başladı. Ben patikaya da girerdim ama manzaranın tersine yönde olduğu için işime yaramıyordu.
Yavaş yavaş inerken bir kaç çocuk gördüm, fotoğrafınızı çekeyim mi dediğim andan itibaren olay renklendi, zenginleşti. İşte gönlümün sesinin bana hediyesi. Bence Rumeli Kavağı’nın en güzel ve en içten fotoğraflarını çektim ben. Üç kuşak bir arada torunlarıyla aileyi resimledim. Bu karelere pembe cüzdanına da poz verdiren sarı saçlı ufak kız, kimbilir büyüyünce okuyup ne olacak? Meryem ve Yaprak, sonra beni kendi sokaklarına götürdü. Yoldan değil evlerin arasındaki bir kişilik sokaklar, merdivenler, inişler, çıkışlar arasından labirent gibi onlar önde ben arkada, konuşa konuşa indik.
Aman yarabbi, bir dolu çocuk ve anneleri, coşku, enerji, cıvıltı, gürültü hepsi oradaydı. Hayat capcanlı oradaydı. İşte bu yüzden, ben sözü burada, onların yüzlerindeki enerjiye bırakıyorum.
Sevgiyle,
Armağan Portakal
18-03-2012
Leave a Reply