Nisan 2011
RODOS – SYMI – LINDOS – FALIRAKI
Bu hafta fotoğraf çekmedim, kendimi değerlendirdim. Eğitim almaya başladıktan sonraki fotolarımı gözden geçirdim. Sizinle paylaşmadığım iki albümüm daha olduğunu fark edince, günün konusu belli oldu.
Geçen yıl internet indirim sitelerinde Rodos Turu’nu görür görmez bende şimşek çakmıştı. Fatih çalıştığı için gelemezdi, annemi aradım. Kabul etti ve nisan ayında Rodos turuna çıktık. Bir kaç pürüz dışında gayet keyifli geçti. Rodos başta olmak üzere, Faliraki, Symi, Lindos’u dolaştık. Paskalya dönemleri olduğu için çok kalabalıktı. Turizmin doygun satıcıları gibi gelmişlerdi bana zira hiçbir satıcı, otel görevlisi gibi bilumum çalışan burnundan kıl aldırmayan tavırlarıyla hizmet ediyorlardı. Ve ben buna kızmadığımı fark etmiştim. Daha doğrusu “müşteri kraldır” türü konseptlerden bunalıyorum. Hatta müşteri de müşteri daha doğrusu insan olduğunu bilerek davranmalıdır. Karşısında köle olmadığını bilmelidir. “Koşulsuz müşteri memnuniyeti” gibi şişirilmiş egosal sloganlar bizi bir yere götürmüyor kanaatindeyim.
Rodos’ta Şövalyeler Sokağı muhteşemdi. Dar sokaktan geçerken, kocaman kapıların önünde ürperiyorsunuz. Atının üzerinde, pelerinini savurarak, heybeti ve görkemiyle ne şövalyeler çıkmıştır diyorsun. Tabi biraz da kendini kaptırıp, film senaryosu kıvamında düşünmeye başlıyorsunuz.
Faliraki’ye götürdüler ama gitmesek de olurmuş. Bizim yazlık bölgeler gibi düşünün. Sezonu başlamadığı için her yer kapalıydı. Varsın kapalı olsun, bizim memlekette heykeller yıkılırken, öpüşen çiftin heykeliyle karşılaşmak hoşuma gitti.
Lindos ise harika bir yer. Evcilik oyunundayım sanıyorsunuz. Her yer, sokaklar, dükkanlar masal gibi güzel ve şirin. Annemle gezmeye doyamadık. En tepesine çıkınca deniz alabildiğine mavi, nasıl uzanıyor anlatamam. Gökyüzünün pırıl pırıl aydınlığında parlayan masmavi engin deniz…
Symi adasında pek bir yaşam yokmuş gibi geldi bize. Evler sanki kapalıydı. Fakat ister kapalı, ister açık olsun, bir gerçek var ki! “Adamlar yapmış” diye kestirme yoldan klişeyi yazınca herkes anlayacak. Evler, badanalar, boyalar, sokaklar, restaurantlar, yollar, bahçeler, çiçekler… hepsi kontrol altında ve bakımlı. Bir bakkal dükkanı, beyaz mis gibi keten örtü ile sokakta teşhir yapmış. Daha ötesi var mı?
Rodos genel olarak güzel ve etkileyici idi. Sultan Süleyman Camisi ve birkaç tane daha cami vardı. Ancak, camilerde ezan okumak yasak. Namaz vakti imam ve cemaat geliyor, namazını kılıyor, sonra cami tekrar kilitleniyor. Medeniyetler arası ittifak denen şeyin, tek dişi kalmış canavardan başka bir şey olmadığını anlıyorsunuz.
Velhasıl, bu fotoğrafların üzerinden 8-9 ay geçti. Şöyle bir baktım da. Çok sayıda çekim yapmışım. Buraya koyabilmek için %90’ını eledim. Çünkü en başta ben beğenmedim. Beğenmemek de hoşuma gitti. “Hayda bu nasıl bir şey?” dediğinizi duydum. Nedeni basit. Eski fotolarıma bakıp beğenmedim diyebiliyorsam eğer birkaç basamak yukarı çıkmışım, aynı yerde kalmamışım demektir. Işığı Kerpe’de fark ettiğimi daha önce yazmıştım hatırlarsınız. Rodos’tayken ışıkla uzaktan yakından ilgimin olmadığını, ışık ayarı yapmadığımı, ışığı aramadığımı çok net görüyorum. Işık olmadan fotoğraf olmuyorsa, güneş tam tepede iken ışığın içinde kaybolunca da fotoğraf olmuyor. Keramet bunların ayarlarını yaparak, ışığı bulmakta. İşte bu yüzden yolum epey uzun…
Sevgiyle,
Armağan Portakal
Leave a Reply