Kastamonu: İstiklal Yolu!
Kastamonu seyahatimle ilgili aklımda iki kelime kaldı… “Huzurlu ve fedakar”… Kurtuluş savaşında hiç istila edilmeyen ama Çanakkale savaşından itibaren en fazla şehit veren kent. Adliyesine en az başvuru yapılan barışçıl şehir… Selçuklu ve Osmanlı zamanında eğitimin merkezi… Öte yandan bugün en fazla göç veren üç ilden biri, İstanbul’a göç etmiş en kalabalık nüfus sıralamasında ikinci sırada.
Fedakarlığı belki kadın gücünden geliyordur diye düşünüyorum. Kaldığım süre boyunca öğrendiklerim zihnimde mütevazı ama güçlü bir kadın figürüne dönüşüyor. Bu şaşırtıcı değil, tarihten gelen doğal bir miras olabilir. Çünkü 10 Aralık 1919 tarihinde kadınların organize ettiği ilk miting burada düzenlenmiş. İçimde huzur yaratan, sokaklarında meydanlarında cumhuriyeti, istiklali, Atatürk’ü yaşatan bu şehri anlatmak için sabırsızlanıyorum.
Anadolu çok zengin bir beşik! Şehirlerimizi gezdikçe, insanlarını tanıdıkça, özümüz ne kadar sağlam diye düşünüyorum ve bu öze güvenim her gün artıyor. Yaşadığımız dönemin çalkantıları moralimi bozmuyor. Biliyorum ki bu gidişin sonu ışık!
Karadeniz’in en ağaçlık bölgesi ve en uzun sahiline sahip Kastamonu’nun merkezinde, çevre düzenlemesi yapılmış Karaçomak deresi ve üzerinde tarihi Nasrullah köprüsü (Kambur Köprü) var. İsteyince şehirleri güzelleştirmek mümkün diye düşünürken Avrupa Birliği fonlarıyla düzenlemenin yapıldığını öğreniyorum.
Şehrin merkezindeki Nasrullah Külliyesi’nde güvercinlere yem satan kadınlarla tanıştım. İstanbul’da alışık olduğumuz gibi aralarında erkek olmamasına şaşırdım ve sebebini sordum. Beş yıl önce sadece erkekler satarmış ve yanlarına gitmeye utanırlarmış. Bir gün karar vermişler, yemlerini alıp aralarına katılmışlar. Cesaret alan başka kadınlar da gelmiş. Sonuç, şu an meydan kadınların… Eminönü’nde yem satmayı hayal etseler de ‘Vatanımdan vazgeçmem, bir yere gitmem. Burası rahat ve huzurlu’ diyorlar.
Mehmet Akif’in iki ay kaldığı ve cepheye gitmeye ikna eden, kurtuluş için son durak olduğunu anlatan, halka aralarındaki husumeti bitirip birlik olmaları gerektiği mesajlarını veren toplantılar yaptığı biliniyor.
“Milletler, topla tüfekle, zırhlı ile ordularla, tayyarelerle yıkılmaz.Ancak aralarındaki rabıtalar çözülerek herkes kendi başının derdine, kendi menfaatini temin etme kaygısına düştüğü zaman yıkılır…” Mehmet Akif Ersoy
Kastamonu’dan İnebolu’ya büyük taarruzun izlerinde yol aldık. Eskiden, yaya olarak üç gün gidiş – üç gün geliş süren bu yolun kıymetli bir ismi var: İstiklal Yolu. Kurtuluş savaşında İnebolu limanına gelen cephaneler Anadolu’ya bu yolla taşınırmış. Savaşlarda erkeklerini kaybeden kadınlar, boş durmayı kendine yedirememiş ve kağnı arabalarıyla cephaneleri ulaştırmışlar. Bu büyük kadınlardan biri de Şehit Şerife Bacı… Kastamonu Cumhuriyet Meydanı’nda heykeli olan Şerife Bacı adına Seydiler beldesinde bir kültür evi yapılmış. Şehrin karakteristik binalarına uygun inşa edilen merkezde hem etnografik eşyaları izleme, hem de konaklama imkanı var. Peki Şerife Bacı kim? O bir gün emzikli bebeğiyle yola koyulur, İnebolu’dan mermileri alır, kağnı arabasına yükler. Yağmur başlar, ıslanıp bozulmasın diye bebeğini sardığı yorganı mermilere örter, bebeğini de aralarına yatırır. Küre dağlarına vardığında soğuk ve açlık takatini keser, dinlenmek için bebeğinin yanına uzanır, uykuya dalar. Ve bir daha uyanamaz… Askerler bebeğin ağlamasını duyduğunda farkına varırlar ki Şerife Bacı şehit olmuştur. Şerife Bacı gibi kahraman kadınlarımız, Kastamonu’nun ve Kurtuluş Savaşı’nın temelindeki yapı taşlarıdır. Vatan için fedakarlık, kelimelere sığmayan nasıl yüce bir davranıştır!
Kastamonu’nun ferah ve güzel bir meydanı var: Cumhuriyet Meydanı. Yüksekte ve hakim yerde vilayet konağı olan meydanın üç tarafı tarihi binalarla çevrili. Bunlardan biri Hababam Sınıfı eserinin yazarı Rıfat Ilgaz’ın bir sene okuduğu ve ilham aldığı Abdurrahman Paşa Lisesi. Bahsettiğim kahraman Şerife Bacı ve kağnısı, arkalarında Atatürk heykeliyle meydanın tam ortasında. 1902 yılında biten vilayet konağı Ankara’daki 2.meclis binasına benziyor. Vali özel kalem müdürü Mustafa Haydaroğlu’nun anlattıklarından hatırımda kalanlar şöyle: “Vedat Tek, cumhuriyetin ilk eğitimli mimarlarından. Kastamonu’ya özel ilgisi ise kendi babası Sırrı Paşa’nın 1877 yılında vali olması nedeniyle çocukluğunun burada geçmiş olması. Zarif binanın orijinal levhasında eski harflerle ‘Hükümet Dairesi’ yazılı. Kastamonu, Osmanlı’dan evvel Candaroğlulları beyliği zamanından beri eyelet merkezi şeklinde yani valilik olarak hizmet etmiş. 1876 yılı salnamelerinde Düzce kazası dahil Kastamonu’ya bağlı olduğu yazıyormuş. Binada, taşlar delinmiş tavandan yere kadar kurşun akıtılarak sabitlenmiş. Zemin ve diğer katlar tamamen tahta olmasına ragmen 1965 yılında kalorifer tesisatı döşenmesi esnasında ısınma engellenmesin diye ters kirişler atılarak beton yapılmış, tavanlar asma tavanla kaplanmış. Şimdi büyük bir restorasyon projesi hazırlanmış ve kısa süre sonra tadilatla orijinaline döndürüleceği söyleniyor. Restorasyon ile ne hale gelecek bilemiyorum ama şu haliyle bile çok etkileyici. Geniş merdivenleri, geniş koridorları ve duvarlarındaki Atatürk resim sergisi ile vatandaşlarını kucaklayan bir durumu var.
Eğitimi destekleyen Kırım adına, oradaki bir bölgeden adını alan Kefeli yokuşunu çıkınca zamanında günde iki öğün yemek veren bir imarethane olan bugünün çekme helva evine ulaşırsınız. El birliği ile defalarca çeke çeke nasıl üretildiğini izleyebilir, ikram edilen helvaları yiyebilirsiniz. Rivayete göre Kastamonu hükümdarının bir kızı vardır, 18 yaşındadır, evlilik çağı gelmiştir fakat evlenmesini istememektedir. Vezirini çağırır ve “Kızımı çok seviyorum, evlendirmek istemiyorum, benim yanımdan ayrılmasın buna bir çare bulalım” talimatını verir. Vezir “Kolay efendim. Damat adaylarından öyle bir tatlı isteyelim ki içinde un, şeker, su olsun, çok tatlı olsun, ağızda hemen dağılsın, kızınızın saçının telinden de ince olsun” der. Bunu kimsenin yapamayacağını düşünürler. Talipler başlar çalışmaya. Kızına aşık olan genç ise, annesiyle sabaha kadar çalışır, deneme yapar ve en sonunda çeke çeke saç telinden ince, tatlı helvayı üretir.
Şehrin el sanatlarından taş baskı uzunca bir süredir tahta kalıplarla yapılıyor. Kadın girişimcilerin kurduğu ÜçTaş El Sanatları desenlerini belirledikten sonra zanaatkarlara kalıpları ısmarladıklarını, kalıpların da elde yapıldığını söylüyor. Özellikle ıhlamur ağacı kullanılıyor. Taş baskı bez üzerine doğal boyalar kullanılarak kalıplarla desen yapılmasına deniyor. Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde geçen taş baskının tarihi 17. yüzyıla kadar gidiyor, Evveliyatına dair bilgi olmamasına karşın Hititlerin mühür olarak taş baskı kullandığı biliniyor.
Kündekari denilen tarzda, çivisiz ve ahşaptan inşa edilmiş Mahmut Bey camii Kasaba köyünde. 700 yıllık tarihi eser dünya mirası geçici listesinde. Caminin içindeki ahşaplar kök boyalarla desenlendirilmiş. Ufak, zarif çok güzel bir cami yemyeşil doğanın içinde masal gibi.
İstiklal yolu üzerinde Küre’ye hayran oldum. Sisle birlikte mistik bir havaya bürünen milli park ve şehir nasıl bir yeşillik içinde anlatamam. Burada toprak rengi yok. Her yer yeşil. Küre belediye başkanı Kamil Aydınlı, tarla boş bırakılıp üç yıl işlenmesin ağaç fidanları kendiliğinden çıkar diyor. Hasret olduğumuz ağaçların bir arada ve hür yaşadığı ormanlık bir belde. Hatta o kadar ki bina yapacak yer bulmakta zorluk yaşıyorlar. İstanbul’da kolayca yokedilen ormanları düşünüyorum içim cız ediyor. Biz ne kadar yeşile hasretsek onlar tam tersine yeşilin içinde yaşıyorlar. O kadar ki her yer doğal koruma bölgesi olunca insanlar göç etmeye başlamış. Dertleri büyümek değil ama Küre’lilerin göç etmesini engelleyecek çözümleri ve geçim kaynağını bulmak. Belediye başkanının “Açık Madencilik Müzesi” projesini ekonomik, kültürel ve Küre’lilerin göçünü durdurmaya yönelik olduğu için çok sevdim. Umarım gereken destekleri alır ve hayata geçirirler.
Küre geleneklerine göre evlenen çocuk baba evinde yaşar. Kardeşi evlenince yerini devreder. Küre’de imkanlar yetersiz, ev yok, iş yok, çaresiz göç ediliyor. Mesela belediye başkanının dört kardeşi de Küre dışında… Bu çifte standartı anlamak mümkün mü? İstanbul’da siteler için kesilen ormanlarla, Küre’deki tek bir ağacın yasal hakları aynı değil mi? Aynı olmalı diyerek Küre ormanlarına da keser vurmaya kalkmayın gözünüzü sevdiğim!
Türkiye’de ormanların %0,04’ü sadece madencilik nedeniyle yok oluyormuş. Kapanan madenlere fidanlar dikip ağaçlandırırken bitki örtüsü de ekerek doğal ortamı sağlamaya çalışıyorlarmış. Bizzat gördük. Ülkemizin, iç pazar bakır ihtiyacının %7’sini tek başına karşılayan en büyük işletmesi Eti Bakır, işlevini yitiren madenlerinin üzerini ağaçlandırmış. Bu özel ormanların bir faydası da avcılara yasak olduğu için hayvanların sığınma yerine dönüşmesi.
İstiklal madalyasına sahip İnebolu’ya giderken içim heyecan doluydu fakat hayal kırıklığı yaşadığımı belirteyim. Gözlerim çiçek, estetik, güzellik ve daha fazla tarih aradı… Oysa deniz kenarına çift sıra düzensiz parkedilmiş araba yığınları, özensiz yapılmış karakteri olmayan yeni binalar sadece İnebolu’yu değil tüm şehirlerimizi köreltmiyor mu? Bu zevksiz tasarlanmış binaları yapan mimarlar, müteahhitler şehirlerinin karakterine uyan projeler çizemiyor mu? Bu bakımsız ve ‘oluversin’ aceleceliği ile ortaya konmuş yapıları bir kenara bırakırsam, deniz tüm doğallığı ile çok güzeldi. Haşin karadeniz coşmaktaydı. Dalgalar betonu dövmekte belki de haklıydı…
İnebolu’da ziyaret edilmesi şart olan bir yer var: Önceleri halk evi olarak kullanılan, sanat, kültür, müzik konuşulan, gençlerin uğrak yeri Türk Ocağı! Atatürk, burayı 25 Ağustos 1925’te ziyaret eder. Niyeti bir günlük ziyaret iken konferans salonunda kadınların ön sıralarda oturduğunu üstelik başlarına şapka giydiklerini görünce çok etkilenir. Ziyaretini üç güne çıkartır ve çağdaşlaşma yolundaki devrim çalışmalarına İnebolu’da devam eder. O konferans salonunda Türk Ocağı müdiresi Nurhayat Ergün’ü sahnede izlemelisiniz. Teatral şekilde, şarkısıyla, marşıyla, şiiriyle, sıradışı şekilde anlatıyor, kuru kuru bilgi vermekle yetinmeden.
Etli ekmek yemeden dönmek istemedim. Sordum 33 yıllık “Etli Restoran” en iyisidir dediler, gittim. Sahibi ile tanıştım ve tertemiz mutfaklarına kadar girdim, sipariş ettiğim etli ekmeğimin yapılışını izledim. Geleneksel olarak zırh kıyması ile yapılan etli ekmek, tüketimi karşılamak için çift bıçağa benzeyen bir sistemle aslına en yakın şekilde kıyılan et ile hazırlanıyor. Taş fırında odun ateşi ile pişiriliyor. Yıllardır alışılan damak tadının püf noktasında kesilmiş hazır et almak yerine hayvanlarını kendilerinin kesiyor olmaları var. Etli ekmek, kışları pastırmalı olarak da tüketiliyor. Biz bunları konuşurken kocaman bir tabakta neredeyse 50 cm çaplı yarım daire şeklindeki etli ekmeğim sıcak sıcak ve bütün olarak geldi. Elle yemesi makbul olan etli ekmek eğer size servis edilmeden kesilir de gelirse yağı, lezzeti tazgahta kalır derler. Çok lezzetli, şişkinlik ve ağırlık yapmıyor. Büyükçe kısmını yedim, kalanını İstanbul’a götürmek ve Fatih’e tattırmak için paket yaptırdım, Böylece gezilerimde artık hediye faslını kaldıran ben eşime torpil geçmiş oldum.
Fotoğraf gezilerimi genellikle yalnız yaparım. Çünkü bir plana uymam. Gönlüm ve ayaklarım nereye götürürse saatlerce şehirleri yürürüm. Turist gibi gezmeyi sevmem, karşıma farklılıklar çıksın isterim. Sokaklarda günde 8-9 saat yürüyerek gezdiğim için gruplara katılmam. Fakat Kastamonu gezisinde yalnız değildim. Grup olmanın artıları eksileri var amaTürkiye Gezginler Kulubü ile grup olarak gezmenin önemli avantajları var. Ziyaret edilen merkezlerin yöneticilerinden bizzat bilgi almak, gidilmemiş yerleri ziyaret etmek, Prof. Dr. Orhan hocanın (Kural) seminerlerini dinlemek bunlardan bir kaç tanesi. Kastamonu gezimizin en güzel hatırası bana göre Kayı İlkokulu Halk Oyunları grubunun bize özel yaptığı gösteri oldu. Biz gezginler için pırıl pırıl, başarılı çocukların folklor oyunu, heyecanları, neşeleri gezimize de enerji kattı.
Not: Kastamonu gezimizi organize eden O.T.C. Turizm’e ve yerel rehberimiz Ömer beye teşekkürler.
Meraklılar için:
Etli Ekmek: Etli Restoran – 0 366 212 53 31 – etli37@hotmail.com
ÜçTaş El Sanatları (Taş Baskı) – 0 546 897 64 24 – 0 544 508 14 61
Şehit Şerife Bacı Kültür Evi – 0 366 668 48 77 – Seydiler
Leave a Reply