2014 yılı yaz aylarıydı. Avukat Ali Yıldırım’ın “Ateşte Semaha Durmak” kitabını yeni okumuştum. Madımak katliamını, o gün, orada neler yaşandığını anlatıyordu. Aynı yıl ağustosta Arguvan Türkü Festivali’ne gitmiştik. (Arguvan yazımı okumak için tıklayın!) Yolu yarım kalmış ya da bırakılmış, kendi ufak namı büyük Arguvan. Heyelan yüzünden bir kaç kere yer değiştirmek zorunda kalan yerleşim yeri. Osmanlı zabitleri bulmasın, kafaları kesilmesin diye en uzak, en yüksek köşelerde yaşamaya çalışan Alevi köyleri.
Ardından akşam yemeğine davet edildik. Daha yukarılarda kuş uçmaz, kervan geçmez yollardan gittik. Tırmandık arabayla, ince yollarda kıvrıldık. Büyük bahçesi olan bir eve vardık.
Upuzun bir masada yaklaşık yirmi kişiydik. Tek kadın bendim. Mangalda etler pişmişti. Sofrada keyifli bir sohbet sürüyordu. Kadehler “can cana” diye kalkıyor, bardaklar değil parmaklar birbirine dokunduruluyordu.
Genç bir oğlan geldi, elinde sazıyla. Masanın ucunda sandalyeye oturdu. Arguvan türkülerine başladı. Çok geçmeden “Dede” geldi dediler. O da genç. Alevi Dedesi. Herkes büyük hürmet gösterdi. Saz çalan oğlanın elleri titredi. Sazıyla bir ritual yaptı, selam niyetine. Alnı boncuklandı.
Yıldızlı bir gökyüzü altında, tertemiz bir samimiyet içindeydik. Huzur elle tutulacak kadar etrafımızı sarmıştı.
Karşımda saçları beyaz, yaşlı beyle konuşuyorduk. Madımak katliamını anlatan kitap hafızamdan çıkmamıştı. O da festival, bu da festival diye aklımda evirip çeviriyordum. Sordum: “Festival yapıyorsunuz. Başınıza bir şey gelirse diye korkmuyor musunuz?”. Yaşlı adam hiç şaşırmadı. Sakin sakin yanıtladı beni. Dedi ki “Ben her zaman, eşimi, çocuklarımı, torunlarımı öldürülmekten nasıl korurum diye düşünür ona göre hareket ederim.”
Bu yanıt, beni sarsmıştı. Huzur gerçek miydi?
Sevgiyle,
Armağan
2 Temmuz 2016
İlgilenenler için kitap:
Leave a Reply