Budva Montenegro’da ilk durak

1024 976 Armağan Portakal

İster inanın, ister inanmayın Montenegro da neresi modundaydım. Karadağ yani. Dostumuz Serhan (Algım) girdi kanımıza. Bir kaç ay önce aldık biletleri. Gezelim, görelim diye 16 Eylül 2017 sabahı atladık uçağa. Bizi ülkenin başkenti Podgoritsa’da Serhan karşıladı. Defalarca geldiği için her yeri avucunun içi gibi biliyordu. Ki, ülke avuç içi kadardı.

Kotor, Tivat ve Budva kentlerine geçmeden önce genel izlenim aktarmak isterim. 700bin nüfuslu, arabayla bir buçuk saatte uçtan uca gidebileceğiniz bir ülke. Şehirleşmesi felakete doğru evriliyor gibi hissettim. Biraz tutanın elinde kalıyor, inşaatlar kafaya göre yapılıyor gibi. Bilenler için Seferihisar, bilmeyenler için İstanbul yapılaşma sürecine benzettim ve ürktüm.

Öyle bir tabiat var ki, milyonlarca yıldır el değmemiş. O dağlar, o göller, o deniz, ağaçlar, kumsallar, taşlar, kayalar… Tek kelimeyle muazzam. Etkilenmemek elde değil. Dünya kurulalı beri varlar, her şeye şahitler. Nefes kesici bir güzellik. Güzellikten öte bir abide diyebilirim.

Turizm ülkenin geçim kaynağı. Otel sayısı şimdilik fazla değil. Halk, Airbnb ile evlerini turizme açmış durumda. Ufak pansiyonlar, apartlar var. Şehirlerin her yerinden, istediğiniz an denize girebilirsiniz. Denize her an, her yerden girebilmek özgürlüğün ve medeniyetin varoluş biçimi.

Diğer yandan, gözlerim ve alışkanlıklarım şehirlerde simge, sembol aradı durdu. Alışkanlıklarım diye bilerek ifade ettim. Çünkü, gezi boyunca kendimi sorguladım bu konuda. İnsanları bir arada tutan ortak bir şey göremedim. Çok kısa bir tatilde görebilir miydim, ondan da emin değilim. Diğer yandan Muğla’nın bacaları, Bodrum’un beyaz evleri, kilimlerin motifleri, Trabzon’un bileziği, Mardin’in telkarisi, Gaziantep’in baklavası, Kahramanmaraş’ın dondurması… İşte bunları görmek için aylara gerek yok, şehre gidersiniz ve maruz kalırsınız.

Montenegro’da bir el sanatına, duvar yazılarına, tezgahlarda satılan yerel bir hediyeliğe rastlayamadım. Sonra düşündüm ve belki de bu coğrafyada, dağların ortasında, insanlar farklılıklarla bölünmeye, bölünen her parçayı bir arada tutacak sembollere ihtiyaç duymamıştır, dedim. Sıfatlarla ayrışmadan yaşamayı bilmişlerdir belki de.

Bunun adı basitlik mi, tembellik midir emin değilim. İlk izlenim olarak ortaya attım ve çekiliyorum.

Merak ediyorsanız, gitmek çok kolay. Vize istemiyor. Thy ile bir buçuk saatte varıyorsunuz. Akdeniz tarzı var. Tam bir tatil, tam bir tembellik cenneti. Ruhun huzura ereceği yer… Daha ne olsun!

Budva

Podgoritsa’da araba ile hızlı bir şehir turu yaptık ve ayrıldık. Ufak köylerden geçerek Budva’ya geldik. Dağlardan süzülerek inerken, manzarayı tahmin edersiniz. Serhan’ın çok güzel metaforu var bu kentlerle ilgili. “TV programlarına benzeterek anlatırsam, Budva evlilik programı, Kotor National Geographic, Tivat Food Network gibi nitelikli içerik sunan bir yayın derim.” diye anlattı.

Popüler kimlikli bir kentin, denize değen ucunda tarihi bölgesi insanın içini açıyor. Old city ya da eski şehir, bir kaç büyük kapıdan girilen kale. İçeride cafeler, dükkanlar var. Keyifli bir yer. Kuşadalı Türkler gelip halı, kuyum, el sanatları dükkanı açmışlar.

Denize girdik. Şehrin içinden. Ne büyük lüks biliyor musunuz? Binadan çıkıp, yürüyün, herhangi bir yerde havluyu atın, suya koşun. Bu kadar. Taşlık bir plajdı bizimki. Ve taşlara bayılırım. Evrenin büyüklüğünü anlatıyor bana, ne kadar ufak olduğumu. Pembe terliklerimi götürmüştüm. Arkadaşım Ece’nin hediyesi. Teee kızının doğum zamanından. (Şimdi orta okul öğrencisi olduğunu söylersem, hediyeyi nasıl sakladığım anlaşılır mı?) İşte o terlik, ölümsüz taşlar arasında.

Budva’ya çok yakın, ufak bir ada var. Köprü ile bağlantılı. Sveti Stefan. Kale gibi düşünün, içinde bir çok büyük taş bina. Hatta bir tanesinin Madonna’ya ait olduğu söyleniyor. O ada ve taş evler, aslında bir otel. Gecesi bol sıfırlı avro fiyatlarla. Param yetmez orada kalamam, param olsa kalmak istemem. Dip dibe taş binalar, soluksuz mini sokaklar, bitişik düzen. İçi muhteşem olsa bile bir labirentin içinde olduğunuzu unutmanıza imkan yok, bence…

Limanda Jadran restoranına gidin derim. Yemekler hem lezzetli, hem porsiyonlar büyük, hem fiyat uygun. Bir de Hemingway cafeyi tavsiye ederim. Biz çok sevdik. Kısacık zamanımızda kahve içmek, oturup etrafı izlemek için bir kaç kez fırsat yarattık.

Velhasıl, Budva’ya gelmeden önce aşağıdaki kısa videomu izleyin olur mu?

Sevgiyle kalın,

Eylül 2017

Armağan

 

 

Leave a Reply

Your email address will not be published.