Sene 2006. İstanbul’a taşındığımız yıl. Kiraladığımız ev Bostancı’da. Arkadaşlarım soruyor “Bağdat caddesine yakın mı?“. “Evet, çok yakın” diyorum. İzmir’den gelen biri için böyle hissediyor olmalıyım. Çünkü, en az 25 dakika yürümek gerekiyor.
Fatih ile birlikte ilk kez Bağdat caddesine iniyoruz. İnkılap kitabevinin cafesinde çay içiyoruz. Bir tane çikolatalı muffin paylaşarak. Artık biz de “cadde”deyiz, bundan mutluyuz. Ben Bağdat caddesi derken, İstanbullular sadece “cadde” diyorlar, sonradan kavrıyorum.
Kaldırımlar geniş. Kitap şeklinde oturma yerleri. Üzerlerinde yazar ve şairlerimizin sözleri yazılı. Köşebaşından, arasına peynir ve zeytin ezmesi sürülmüş simitler alarak, banklara oturuyoruz. Güzel insanlar geçiyor. Müzik yapan grupları dinliyoruz. Outdoor reklamların sıradışı denemelerini ilk orada görüyoruz. Markaların gövde gösterisi tasarımlarını.
2009 yılına, caddede yürüyerek veda ediyoruz, 2010 yılını karşılıyoruz alkışlayarak, tanımadığımız insanlarla, dostça. Bayraklarımızla yürüyüşlere katılıyoruz başka gün caddede. Etkinlik oluyor, araç trafiğine kapanıyor, biz yürüyoruz çınar ağaçlarının altında bu kez doyasıya başından sonuna.
Bostancı’dan Suadiye’ye taşınıyoruz. Artık caddeye 3 dakika kadar yakınız. Neredeyse haftanın her günü caddeye iniyoruz. Dost mekanlarımız oluyor. Sohbetlerimiz keyifli. Evimize doğru esnaflarla selamlaşmadan yürümüyoruz.
Sonra “kentsel dönüşüm” başlıyor. Oturduğumuz bina yıkılacak, çaresiz taşınıyoruz. Bu kez “cadde”den hayli uzağa. Arabayla bile yarım saatlik mesafedeyiz. Özlemle caddeye geliyoruz, bir iki kez. Trafik ağır. Binalar yıkıldıkça, park yeri bulmak imkansızlaşıyor. Büyük beton arabaları, vinçler sokakları geçilmez kılıyor. Toz ve gürültü sarmalıyor semti. Esnaf dostlar bir bir azalırken, hatıralar yokoluyor. Artık caddeye gelmez oluyoruz.
Bugün, çok sevdiğim Suadiye’ye bakıyor ama artık onu göremiyorum. Caddeye bakınca da öyle. Kaba homurtulu inşaat araçları fırlayarak köşe başından, neredeyse yol kesiyor. Yerlisi taşınıyor. Büyük markaların yavaş yavaş dükkanlarını kapattığını duyuyorum. Bir “dönüşüm”dür başlamış, hızını artırıyor.
Hayat devam ediyor, mevsim kıştan bahara geçiyor. Çınar ağaçlarının gövdelerinde eski ve yeni kabuklar yine kolaj yapacak. Olgun ve taze yanlarıyla, bir bütün olarak sürgünlerini vermeğe başlayacak. Kökleri daha derine uzayacak. Güneşe yaklaşacak başı. Gölgesi “cadde”ye düşecek. Serinliğini verecek insanoğluna… Peki yeni yapraklara hatıraları kim fısıldayacak? Bu gidişat nereye varacak anlamak istemiyorum! Herşeyin tadı kaçıyor.
Saygıyla,
Armağan
13 Şubat 2016
Leave a Reply