Çocuktum. Anneannem namaz kılarken, seccadesine ilişir, taklidini yapardım. Duaları bilmeden bıdır bıdır dudaklarımı hareket ettirirdim. O’nun gibi selam verir, tesbihe uzanırdım. Sadece oynardım, oynardık. O vakitler, din adına bu kadar ahkam kesilmezdi. Saf duygular, saf oyunlardı.
Niye böyle giriş yaptım? Beni okuyanlar bilir, sadece gezdim gördüm yedim içtim diye anlatmam. Şehirlerin bende uyandırdığı hisleri yazarım çoğunlukla. Hatta ne his verecek diye yolculuğa çıkarım. Geçmişte New York’a gidişim bu yüzdendir. Saraybosna’da, çocukluğumda kalan bu saflığı hissettim. Herkes kendine müslüman gibi. Kimse kimseden daha iyi müslüman görünme yarışında değil.
Topu topu bir buçuk günümüz vardı. Saraybosna ilk durağımızdı. Havaalanından şehre girerken komünist dönemden kalma yüksek, kalın, kaba binaları görüyorsun. Hasar gören, büyük ihtimalle bombadan yıkılan yerler, tekrar örülmüş ama ne sıvanmış ne boyanmış. Fakirlik mi, mütevazılık mı anlayamadığım yamalı binalar. Yüz yıl geçse yine ayakta kalacakmış gibi duran estetik yoksunu ama sağlam apartmanlar. Cephelerinde kurşun ve bomba izleri. Yeni inşaatlar yapıldığını da öğrendik. Lakin, malzemenin uyduruk olduğunu söylüyorlar.
Merkeze geliyorsun. Başçarşı. Çoğu tarihi mirası yürüyerek dolaşabilirsin. Alçak ve bitişik binalar, uzansan klasik kırmızı kiremitlere dokunacaksın. Kaldırımda salkım salkım tezgahlarıyla dükkanlar Kapalıçarşı veya Kemeraltı gibi tanıdık. İki yüz yıllık olduğu söylenen bir dükkanda mermilerden kalem gördük. Artık güzellik yazsın diye yapılmış. Hatıra diye alırsanız, havaalanı güvenliği, valizinizden çıkartıyor bilesiniz. Boşuna yapılan bir harcama!
Ezanı müezzin, minarede canlı okuyor. Şehrin orta noktasında, doğu ve batıyı ayıran işaret var. Orada biz de fotoğraf çekildik. Doğu bölgesi Osmanlı izlerini taşıyan Türk mimarisi, batı ise Avusturya Macaristan izleriyle yüksek taş binalardan oluşuyor. Camiler, kiliseler, katedraller iç içe. Osmanlı mezarlıkları kentin her yerinde. Evlerle komşu. Burada Türkleri çok seviyorlar. Sırp baskınlarında yaptığımız yardımları şükranla anlatıyorlar.
Avrupa’nın ilk elektrikli tramvayı Saraybosna’da denenmiş. Toplu taşıma için hala kullanılıyor. Biz, ilk günümüzü Saraybosna’ya ayırdık ve araç kullanmadık. Internet araştırmalarım sonucu Sarajevo Insider isimli tur şirketi ile iki saatlik yürüyerek şehir turu ile ertesi gün arabayla Mostar, Poçitel, Blagay tekkesine gittik. Genç rehberimiz Nermina üstelik türkçe biliyordu. Şoförümüz Miralem dilimizi bilmiyordu ama ülkedeki çoğunluk gibi ingilizceyi çok iyi konuşuyordu. Genel tura katılmak istemedik. Fatih ile ikimize özeldi. Rehberimiz de şoförümüz de tecrübeli ve güler yüzlü olunca keyifli bir hatıra olarak zihnimize kaydoldu. Umut tüneline gidecek vaktimiz olmadı. Uzun günlerde giderseniz, gezi planına almanızı tavsiye ederim. Poçitel, cami, medrese, hamam, taş binalarıyla yamaca kurulmuş, şirin ve ufak eski bir Osmanlı köyü. Mostar, köprüsü ile popüler. Kentin içinden geçen nehrin coşkusu ve rengine hayran olarak ayrıldım. Blagay Tekkesi de aynı şekilde. Sırtını dayadığı iki bin metre yükseklikteki kaya oluşumun altından çağlayan sular kıvrıla kıvrıla uzaklaşıyordu. Burada “Yaratılanı, Yaratandan ötürü sevmek için” bir araya geliyorlarmış. İşte özümüz bu!
Bosna Hersek gezisini ikiye ayırabilirim. Biri, katledilen masum çocuklar unutulmasın diye asfalta yapılan kırmızı Sarabosna Gülleri, binalardaki kurşun izleri, pazar yerine düşen bombanın yeri, sonsuz ateş, 1.Dünya Savaşına neden olan suikast köşesi ile savaşı fiziken geçmişte bırakan ama ruhunda yaraları hala taze Saraybosna. Diğeri, tertemiz çağlayan, zümrüt rengi akan coşan ırmakları. Bu coğrafyaya kesinlikle baharda gidilmeli. Yemyeşil ağaçlarla manzara tamamlanmalı.
Bir buçuk kısa günde, vizesiz gidilen dost ülke Bosna Hersek’i sindirebildiğimiz kadar dolaştık. Hissetmeye çalıştık. Dediğim gibi duygularımı ikiye ayırıyorum. Savaşın hüzünlü izleri ve doğanın cömert güzelliği. Ne tuhaf hüzünlerimiz insan eliyle… İnsanın insana ettiğini başka bir şey yapamıyor…
Sevgi ve dostlukla…
Armağan
03.2016
Gezi İpuçları:
• Vize: Bosna Hersek için vizeye gerek yok.
• Ulaşım: Havaalanından otobüsler var ama biraz yürümeniz gerekebilir. Biz otel aracılığı ile karşılama istedik. Ekstra ücret ödedik ama zaman kaybetmeden otele vardık ve dolaşmaya çıktık. Pegasus kampanyalı biletlerini, aylar öncesinden ucuza aldım.
• Konaklama: Hotel President Sarajevo, şehrin merkezi Başçarşı’da. Tarihi yerlere yürüyerek gidebilirsiniz. Gerçekten yardımsever ve güleryüzlü bir ekip, odalar temiz, yeni. Kahvaltı dahil. Wifi ücretsiz. Genellikle tercih ettiğim Expedia ile rezervasyon yaptım.
• Yemek: Geleneksel Cevabi köftesini yemelisiniz. Başçarşı’da pek çok dükkan var. Soğanla birlikte yemenizi öneririm. Şehri tepeden görebilecğiniz Kibe restaurant tarz ortamı, kibar servisi, lezzetli ve geleneksel yemekleriyle akşam için uygun. Mutlaka rezevasyon yaptırın. Aynı zamanda butik otel. Saraybosna’dan Mostar’a doğru karayolunda Zdrava Voda’ya giderseniz kuzu çevirmeyi kahvaltıdan itibaren yersiniz. Zaten kuzu çevirme geleneksel bir yemek.
• Para birimi: Turistik ve popüler yerler dışında euro pek geçmiyor. Döviz ofislerinde BAM parasına çevirin.
• Kahve: Türk kahvesi gibi. Bakır cezve ile servis ediliyor. Tek fincanlık. Soğumadan kendiniz koyuyorsunuz. Şekersiz pişiriliyor. İsteğe göre sonradan ilave ediyorsunuz.
• Boşnak böreği pek çok yerde yapılıp satılıyor. Balkabaklı olarak yeni bir çeşit eklemişler. Ben ıspanaklı yedim, çok beğendim.
Not: Fotoğrafları Iphone 6+ ile çektim.
Fatih Portakal
Gezi cekimlerinizi ve anlatım tarzınızı çok beyendim. Gezdiğiniz yerlere ve yemeklere bayildim, Bosna nın çektiği acıyı yüreğimde hissettim, verdiğiniz güzel bilgiler için teşekkürler.